Müslüman kadın kimliği (1)
Bu haftadan itibaren Nazife Şişman ile 1999 yılında Adapazarı depreminin yıkıntıları, kederleri içinde, kucağımızda bebeklerimizle hazırladığımız Kamusal Alanda Başörtülüler kitabının bazı bölümlerini tefrika olarak dikkatinize sunmaya başlıyorum.
25 yıl önce başörtülü genç kızlar “neden başlarını örtüyorlar?” sorusu eşliğinde araştırmaların konusu idi. Günümüzde genç kızların ve emekli kadınların neden başını açtığına dair yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlanıyor.
Bu vesile ile dünü güne bağlamayı aynı zamanda güncelin izinde felsefi ve sosyolojik bağlantılar kurarak bu kitabı zaten okumuş olanlara hatırlatmayı, hiç okumamış olanları bilgilendirmeyi hedefliyorum.
Okuyacağınız metnin 25 yıl öncesine ait olduğunu lütfen gözden kaçırmayın. Buyurun:
Nazife Şişman: Başörtüsü çerçevesinde bugün yaşanan tartışmaları, Türkiye’nin kentleşme sürecinden bağımsız değerlendirmek herhalde mümkün değildir. Metropol yaşamının öznel kültürü dumura uğratıp, insanları birbirine yabancılaştırdığından bahsedilir hep. Ali Yaşar Sarıbay bir makalesinde kültürleri unutturulan bireylerin ‘farklı’ olmaya yönelerek, bireyin kendisi için bir tür öz saygı ve statü edinme talebini yoğunlaştırmasından söz eder. Bu durum bireyin, C. Taylor’un deyimiyle “tanınma takıntısı”na kapılmasıdır. Başörtüsünün bir kimlik sembolü haline gelmesinde bu kentleşme sürecinin etkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Fatma Barbarosoğlu
: Başörtüsünü “tanınma takıntısı” içinde yorumlayabilmemiz, yani Taylor’un bu kavramını yaşadığımız duruma transfer edebilmemiz için başörtüsünün 1980 sonrası ortaya çıkan nevzuhur bir olgu olduğunu kabul etmemiz lazım. Hakikaten böyle mi? Buradan bakarsak meseleyi öncelikle sosyolojik kategoriye hapsetmiş oluruz. Başörtüsü üzerinde konuşulduğunda daima eksik kalacak bir şey var. Başörtüsü ne İslam’ın beş şartından biri, ne imanın altı farzından. Kabul; ama mümin kadınların kendi bedenleri üzerinden dünya ve ahiret tasavvurunu görünür kılmaları başörtüsü. Dolayısıyla Taylor’ın “tanınma takıntısından” farklı bir tanınma talebini dile getiren bir durumdur. Hani şairin “Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil” dediği gibi, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar kıyafetleri yoluyla hem din kardeşleri için hem de iletişimde bulundukları diğer insanlar için kendi kimliklerini şeffaflaştırmak istemişlerdir. Daha doğrusu İslam’ın bu isteğini Müslümanlar, kıyafetleri yoluyla yerine getirmişlerdir. Çünkü İslamiyet’te, ‘tanınma’ politikaları açısından kişinin dinî kimliğinin ilk bakışta fark edilmesine büyük önem verilmiştir. Tanzimat öncesine kadar Osmanlı toplumunu düşünün. Farklı hukuklara tâbi olan Müslüman tebaa ile gayrimüslim tebaa bir arada yaşamaktaydı. Farklı hukuklara tâbi olduğunuzda kimliğinizin ilk bakışta belirgin bir halde bulunması şarttır. Bu bakımdan hem Müslümanların gayrimüslimlere hem de gayrimüslimlerin Müslümanlara benzememesi için sık sık fermanlar çıkarılmıştır. Diğer taraftan “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” için de kimliklerin belirgin olması şarttır. Küçük ölçekli bir toplumda, mesela köy toplumunda kendinizi kıyafet yoluyla tanınır kılmaya çalışmanıza gerek yoktur. Neden gerek yoktur? Zaten orada herkes birbirini tanımaktadır. Köyün çamaşırhanesinde çamaşır yıkayan, çeşmesinden su........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Ellen Ginsberg Simon
Constantin Von Hoffmeister
Mark Travers Ph.d