“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Kim neyi konuşur ve neden konuşur? İnsanların öncelikler sıralamasını belirleyen nedir?
“Burada ve şimdi” olan değil de “orada olan” neden kıymetlidir?
Bu sorulara cevap ararken lütfen maruz kaldığınız dizi film/ler üzerine yapılmış “sohbetleri” düşünün.
Sosyal medya ahalisi “bıçak kemiğe dayanmış” bir gayret içinde dizi filmler üzerine konuşuyor.
Yeterli protein alamayan çocukların büyüme sıkıntılarına maruz kalmalarını değil.
Sağlıksız, denetimsiz gıdalar, yanlış beslenme, hareketsiz hayat üçgeni içinde, her geçen gün geometrik bir artış gösteren metabolizma hastalıklarını değil!
Yaşlı yalnızlığını değil. Artan intiharları değil.
Yankı odalarından gelen ses, sadece dizi filmler üzerine konuşanların, tartışanların sesi.
Yetmiyor, sosyal bilimciler sosyal medya üzerinden Türkiye halkının birbirini dizi filmler üzerinden tanıyıp seveceğine dair ciddi ciddi programlar yapıyorlar.
Senaristlerin kurguladıkları dünya üzerinden birbirimizi tanıyacağımızı iddia etmek!
Günther Anders bu durumu “gayri ciddi bir ciddiyet” ve “ciddi bir ciddiyetsizlik yaratmak” olarak tanımlıyor.
Günümüzün en çarpıcı değişimi, doğrudan iletişim yerine dolaylı olanın değerli hâle gelmiş olması.
90’lar Türkiye’si, Siyaset Meydanı’nda bir ekran kamusallığı üretmişti. Mehmet Ali Birant, Ali Kırca ve Kanal 7’de Ahmet Hakan, Türkiye’nin meselelerini tartışır, saatlerce süren ekran performansı ile Türkiye’yi ekran başında tutardı. 32. Gün, İskele Sancak, Siyaset Meydanı’nın yayınlandığı gecelerin ertesi günü, muhakkak “dün gece”nin değerlendirilmesi yapılırdı.
Sorunlar hakikî, konuklar meramını anlatmakta gayretli idi. Herkes hâlâ “özne” olarak orada idi.
Özellikle 2020’den sonra giderek artan bir şekilde “gerçek hayat hikâyesi” etiketiyle dolaşıma sokulan dizi filmler, Türkiye’nin konuşacağı yeni bir alan inşa etti........
© Yeni Şafak
visit website