15 Temmuz darbe girişiminden kamu bürokrasisinin çıkarması gereken dersler
15 Temmuz darbe girişimi hakkında herhalde gök kubbenin altında söylenmedik ve yazılmadık bir şey kalmamıştır. Konuşmak ve yazmak sonuca götürseydi sabahtan akşama kadar yazılır ve konuşulurdu. Milletçe ve devletçe bu meşum darbe girişiminin tekrarını önleyecek ve bir daha böyle bir ihanete kalkışılmaması için çıkarmamız gereken dersleri kamu bürokrasisi açısından izaha çalışacağız.
Bize bir şey olmaz, bunlar bizden, rahat olun, sıkıcı kurallardan kurtulmak lazım türü söylemler kulağa hoş gelse de kötü sona gidişin yollarına döşenen taşlardır. Özellikle de Allah’ın Kitabında sıklıkla geçen kurallara uyun Allah kurallara uymayanları sevmez Kelamı bir kenara bırakılınca kurallar en sevimsiz nesne haline gelmektedir.
Bazen küçük kurallara riayet büyük badireleri önler. Malum meşhur hikâyede olduğu üzere; Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı bir at bir komutanı bir komutan ise bir orduyu kurtarır. Aksi durum ise bir orduyu yenilgiye uğratır. Zamanında önlenmeyen ve müsaade edilen küçük hatalar ilerleyen zamanlarda katlanarak Günah-ı Kebair’e dönüşür. Yani bürokraside çıkan küçük kokular büyük kokuşmalara sebep olmadan önlem alınmalıdır.
Bürokraside sorun üreten alanların başında ise sözlü sınavlar gelmektedir. Personel alımları veya görevde yükselmelerde dikkatli olunması gerekmektedir. Sözlü sınavlar sonlandırılmaz veya gerekli şeffaflık sağlanmazsa istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın hayat hikayesinin anlatıldığı Pervari’den Paris’e adlı kitabın 334-335’inci sayfalarında FETÖ’nün Sakarya İlahiyat Fakültesi’nde sınav sorularını çalarak sınava girecek FETÖ mensuplarına nasıl verildiği detaylarıyla anlatıyor.
İhsan Süreyya Hoca’nın yalan söylemeyeceği gerçeğinden hareket ederek soru hırsızlığını kendi anlatımından okuyalım: Prof. Dr. Suat Yıldırım, Fakülte’nin dekanıydı. O zaman böyle mücadeleler başlamamıştı. Ben ona Suat ağabey diyordum, Fakülteden beri tanışıyorduk.
Aslında Suat Yıldırım’la aramızda bir problem yoktu, güzel de gidiyordu. Fakülte yeni oluştuğu için 25 araştırma görevlisi alınacaktı. Kadrolar ilan edildi, 30-40 kişi müracaat etti. İmtihan günü geldi. Önce yabancı dil sınavı yapacaktık. Sınav jürisinde ben, Suat Bey ve Abdullah Aydınlı Bey vardı.
Sabahleyin Fakültede Suat Bey, “Muhammed Hamidullah Hoca’nın İslam’a Giriş kitabının Almancası da İngilizcesi de Fransızcası da var. Adil olmak için aynı kitaptan aynı sayfayı soralım haksızlık olmasın” dedi. “Olur” dedik. Makul bir teklifti. Kitabı açtı, “Burayı soralım” dedi. Ama baktım, o sayfada çalışılmıştı. “Yok bu sayfa olmayacak. Kitap 360 sayfadır, istediğin yeri sor ama bu sayfa olmayacak” dedim. “Bu sayfa olacak” diye ısrar edince ben de “Akşam bunu şakirtlere ezberlettin, burayı mı soracaksın? Olmaz” dedim. Abdullah Bey’e “Abdullah sen ne diyorsun?” dedim. Abdullah ikimizin de talebesi… Abdullah da “Olmaz hocam, o sayfa olmaz” dedi.
“Al kitabı nereyi istersen sor dedim.” Baktı ki olmuyor, sinir oldu, gitti bir sayfa seçti. Kendisine karışmadık. O sayfanın İngilizce, Fransızca ve Almanca fotokopilerini yaptık, dağıttık. Sonra geldik dekan odasında oturuyoruz. İnsan azlığından dekan yardımcısı da olmuştum. O arada Suat Bey gitmiş, seçtiğimiz sayfanın tercümesini kitabın Türkçesinden almış, fotokopi yapmış ve imtihana giren Fetullahçılara vermişti. Bizim haberimiz yoktu. Fakat imtihana giren diğer çocuklar bunu görmüştü. Görünce gidip rektörlüğe şikâyet........
© Yeni Şafak
visit website