Savaşa adım adım!
Hamas’ın, 7 Ekim’de İsrail’de sivil ve askeri hedeflere yönelttiği şok edici saldırıya orantısız askeri şiddet uygulanarak verilen karşılığın, bölgesel bir savaşın habercisi olabileceği apaçıktı. Savaş tehlikesini, o zaman bir varsayımın ötesinde bir gerçekliğe dönüştüren önemli faktörler vardı.
Mesela, İsrail ve Hamas’ın böyle bir çatışmaya hazırlıklı ve istekli oldukları anlaşılmaktaydı. İsrail, birçok durumda, sivil kayıpları hiçe sayarak saldırmaya ve gerektiği ölçüde savaşı sürdürüp tırmandırmaya ve yaygınlaştırmaya kararlı olduğunu zaten ilan etmişti. Hamas’ın ise, çatışma stratejisinin temeline, hem Gazze halkının hem de rehinelerin sivil hayatını bir kalkan gibi yerleştirerek, uzun süre savaşmaya hazırlıklı olduğu anlaşılıyordu.
İşte bu karşılıklı isteklilik-teyakkuz nedeniyle, tüm sivil kayıplara rağmen, taraflar ateşkeste bile uzlaşamadılar.
Savaş gerçekliği ABD’nin olaya müdahale tarzıyla da açığa çıkmıştı. ABD, Hamas’ın gücünün çok ötesinde, İran’ı ve onun bölgedeki devlet ve devlet-dışı müttefiklerini de hizaya getirebilecek bir askeri gücü hızla Doğu Akdeniz’e kaydırmıştı. Yani ABD de çatışmaya hazırdı. Hatta ABD’nin bu hızlı refleksinin, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye karşı zemin kaybetme tehlikesinin Baş gösterdiği bir aşamada gerçekleşmesi de dikkat çekiciydi.
ABD’yi, bu dönemde savaşa hazır olmaya yönlendiren en önemli gelişme, bölgede bir İsrail karşıtı dalgalanmanın gerek askeri ve siyasi gerekse psikolojik düzlemlerde gerçekleşmekte oluşuydu. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, anti-İsrail cephesinde ‘İsrail’e karşı askeri bir başarının’ ‘mümkün ve gerekli olduğu’ inancını ortaya çıkarmış ve yaygınlaştırmıştır.
Böyle bir inancın somut gerçeklerle ne kadar örtüştüğü bir tartışma konusu olabilir. Ama, ABD açısından, böyle bir inancın var olması bile tek başına İsrail’e karşı bir tehdit olarak........
© Yeni Düzen
visit website