“Pervolya’dan Orhan’ın 1963’te geride bıraktığı yeşil bisikleti…”
Eleni Ksenu/KATHİMERİNİ
(Çok değerli arkadaşımız Anna Marangu’nun Kıbrıs’ın kuzeyine düzenlemiş olduğu tarih gezilerinden birine katılan Eleni Ksenu, bir Kıbrıslıtürk’ün 1963’te kaybettiği babasını ve yeşil bisikletini yazıyor… Yazıyı okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirmeye çalıştık. S.U.)
Orhan, mantarlı ve norlu börekler getirmiş, bunları saçta pişirdiğini söylüyor, içlerine bahar da koymuş çok güzel bunlar… Öteki tarafta, Vuni’deki en yüksek kayanın üstünde oturup bunları iştahla yyoruz, burada gökyüzü denizin dalgaları gibi tütüyor, dar asfalt yol zigzaglar çizerek yeşille çevrili tepelere doğru tırmanıyor, sanki de sonsuzluğu kovalıyor gibi duruyor…
Cildim içine güneş çekiyor ve Anna’nın (Marangu) sözcüklerini sindiriyorum – Anna bize burada İsveç ekibinin kazı yaptığını, dağın tepesindeki bu yeri keşfettiğini anlatırken benim aklım Luiza’nın romanına takılıyor – romanda Kseni ve kızı, sarışın İsveçli arkeoloğun mektuplarından söz ediyordu… Onun sözcükleri arasında bugün sanki de yürüdüğümü anlatmalıyım ona, sözcükler içinde yürümek tuhaf ama daha da tuhaf olan şey, yeryüzü ve tarihin köklerinizi okşar gibi titreşimler hissettirmesi size…
Orhan, hemen şuracıkta, Karava’da yaşadığını söylüyor, ben de ona Lapta’nın babamın köyü olduğunu anlatıyorum, sanki de bu komşuluğun bizlere daha büyük bir anlam sunmasını bekler gibiyim… Ona savaştan önce nerede yaşadığını soruyorum, evlerinin Pervolya’da (Larnaka bölgesindeki Bahçalar köyü – S.U.) olduğunu anlatıyor ve kendisi sekiz ya da dokuz yaşlarındayken yasemin sattığını, bu yaseminleri daha çok Kıbrıslırum kahvelerine giderek sattığını anlatıyor, komşusu kızların kendisini görmesinden utanıyormuş ve yüzü kıpkırmızı oluyormuş diye böyle yapıyormuş. Onu bir çocuk olarak elinde dizi dizi yaseminlerle düşünüyorum, o kolye gibi dizilmiş yaseminleri hatırlıyorum, ne zaman bir satıcı yaseminlerle önümüzde belirse, annem bunlardan satın alırdı ve odamın kapısına asardı bu yaseminleri, geceleri odam mis gibi tütsün diye derdi – bu imajın yumuşaklığı o kadar keskin ki şimdiki anı tıpkı yeni bilenmiş bir bıçak gibi kesip yaralıyor…
Orhan bir parça börek daha kesip bana uzatıyor, şimdi kafalarımızın üstünde şeffaf bir bulut var ancak günün netliğibni bozmuyor bu bulut, gözlerimizin önünde uzanan güzellikler, sanki de hayatlrımızı yeniden kurmamız için net talimatlar içeriyor. Anna bana Limnidi Kayası’nı işaret ediyor, bulunduğu yerden enerjisini olduğumuz yere gönderiyor gibi duruyor…
Oturduğumuz yerde harika doğayı içimize çekerek son derece rahat olduğumuz halde, yine de her nefeste ciğerlerimize bir tür acı doluyor biz hiç farketmeden, görünmez toz zerrecikleri gibi bir acı…
Anna, adamızın bu batı kısmının başka yerler gibi gelişmemiş olduğunu söylüyor, neredeyse zamanın dokanmamış olduğu biçimde öylece kalmış, Kıbrıs’ın kırsal alanına özgü küçük, kendine özgü evcikler oraya buraya serpiştirilmiş vaziyette, sessiz birer tanık gibi duruyor… Arka planda bir yerde neredeyse bir kulübe büyüklüğünde bir evciğe bakıyorum, deniz kenarında duruyor, neredeyse barışın bir yansıması gibi duruyor – nasıl olmuş da hayatlarımız bu şekle dönüşmüş, duvarlar içine hapsolmuşuz, birbirimizden uzakta ve doğanın yeşilliklerinin saldığı oksijenle yıkanmakta isteksiz hale gelmişiz, bundan korkmuşuz, bunu düşünüyorum.
Orhan, 1958’de çatışmalar başlayınca Pervolya’dan ayrıldıklarını anlatıyor, Larnaka’nın merkezinde daha güvenli olacakları söylenmiş kendilerine, orada........
© Yeni Düzen
visit website