menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kolektif Batı’nın sihirli ve ikiyüzlü kavramı ‘kural temelli düzen’ çökerken 

57 12
14.04.2024

Cem Gürdeniz yazdı…

1945 sonrası İkinci Dünya Savaşının en büyük galibi ABD, coğrafyası, nüfusu, nükleer askeri gücü ve üretim gücü sahipliğinin büyük rüzgarını arkasına alarak küresel hegemon olduğunu Amerikan Barışı (Pax Americana) üzerinden dünyaya ilan etti. Anglosakson cephede küçük ortağı Büyük Britanya’nın Büyük sıfatı artık kalmamıştı. Hegemonyayı Okyanusun diğer tarafındaki akrabasına devretmişti.

Amerikan Hegemonyasına Karşı Denge: SSCB. ABD’nin gücünü dengeleyecek yegâne karşı güç komünist Sovyetler Birliği idi. İkinci Dünya Savaşının Avrupa cephesinde 1942 sonrasında ABD’nin müttefiki olan, Nazileri yenen ve gerçekte Stalingrad sonrası Avrupa’yı kurtaranlar onlardı. Nazi Almanya’sı karşısında 25 milyon insan kaybına neden olan Sovyet zaferi, ABD ve müttefiklerini ürkütmüştü. Anglosakson tarihinin gördüğü en büyük amfibi saldırı harekâtının Fransa Normandiya sahillerine yapılmasının bir nedeni de batıdan ilerleyerek Berlin’e hızla yaklaşan Sovyet Ordularını dengelemek içindi.

Neticede dünyada 1949 sonrası bir denge kuruldu. Dünya, ABD ve Sovyet etki alanlarına bölündü. Sovyetlerin 1949 yılında nükleer güç olmasıyla iki kutuplu bir dünya ortaya çıktı ve Sovyet rejimi yıkılana kadar kabaca 40 yıl kapitalizm ile komünizm; liberal demokrasi ile otokrat sosyalizm arasındaki bilek güreşi, nükleer dehşet dengesi (balance of terror) üzerinden soğuk savaş paradigmasıyla devam etti. Ancak her iki taraf doğrudan birbirleri ile savaşmadan, vekalet savaşları üzerinden, sıfır toplamlı küresel jeopolitik hedeflerini başarmaya yönelik kriz ve çatışmaları tetiklemek ve sürdürmekten geri kalmadı. ABD, komünizmi şeytanlaştırarak bu rejimle yönetilen devletlerin Mahanist doktrin gereği okyanus ve deniz kıyılarına inmesini önlenmeye çalıştı. Bu durum Spykman’ın Kenar Kuşak jeopolitiği ve George Kennan’ın Sovyetleri Çevreleme (Containment) doktrini ile tam uyumluydu. 1950’de Kore ve 1955-1973 arasında Vietnam Savaşları bunun için yapıldı. Jeopolitik çıkarlar için ideolojik savaş kullanıldı. Ancak ABD, hem Kore’de hem de Vietnam’da kaybeden taraf oldu. Komünistlerin Pasifik kıyısına inmesini önleyemedi. Sovyetler de orta ve doğu Avrupa’da İkinci Dünya Savaşında Nazi işgalinden kurtarıp Komünist Hükümetleri iş başına getirdikleri devletlerin, etki alanlarından çıkmasına izin vermiyordu. 1956 Macaristan ve 1968 Çekoslovakya müdahaleleri (Prag Baharı) bunun içindi. Afrika, Asya ve Güney Amerika kıtalarında her iki başat güç, etki alanlarını ideolojik mücadele altında Rodezya’dan Angola’ya; Guatemala’dan Şili’ye; Endonezya’dan Filipinler’e; Türkiye’den Yunanistan’a pek çok gelişmekte olan devlet coğrafyasında genişletmeye çalıştı.

Diğer yandan iki kutupluluğa ve yaşanan pek çok vekalet savaşına rağmen büyük savaşın galipleri ile Almanya’ya savaş açan Sovyetler dahil 50 müttefik ülkenin, 1945’te San Francisco Konferansı ile kurduğu BM düzeni, gerek yan kuruluşları ve gerekse Güvenlik Konseyi üzerinden küresel bir kurallar sistemini sürdürmeyi başardı. UNESCO, UNICEF, UNHCR, Dünya Sağlık, Dünya Denizcilik, Dünya Havacılık, Dünya Telekomünikasyon Teşkilatı gibi onlarca BM organı en azından uluslararası bir disiplin ve kurallar sistemini kurabildi ve idame etti. Benzer şekilde imzacı olsun olmasın, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ya da Nükleer Yayılmayı Önleme (NPT) Antlaşması gibi BM üyesi devletlerin büyük çoğunluğunun imzaladığı Sözleşmeler ve Antlaşmalar en azından teamülü hukuk kapsamında dünya devletleri için bağlayıcı olma özelliğini taşıyordu. Bu kurallar düzeni, 1945 – 1989 arasında devletlerarası ilişkileri ilgilendiren her alanda ister komünist ister liberal; ister otokrat ister demokratik olsun, mevcut işleyişe bir disiplin getiriyor, aynı zamanda küreselleşmeyi mümkün kılıyordu. Her iki kutbun kendi siyasi, askeri ve ekonomik kurumları (NATO, Varşova Paktı, Avrupa Topluluğu ve COMECON gibi) vardı.

Diğer taraftan mevcut kurallar sistemi jeopolitik alanda sıfır toplamlı kriz alanları için geçerli değildi. Jeopolitik çıkar çatışmalarının yaşandığı alanlarda hegemonun desteklediği çözüm tarzı esas kabul ediliyordu. Örneğin 1962 Küba Füze Krizi’nde adaya yerleştirilen Sovyet füzelerinin geri çekilmesi için ABD okyanus sularında tek taraflı abluka/karantina harekâtı uygulayabiliyor, Sovyet ticaret gemileri buna uyum gösteriyordu. Zira hegemon denizde güçlüydü. Hegemon, kendi çözümüne aykırı hamleleri de önlüyordu. 1963’te Kıbrıs’ta Türklerin katledilmesine karşı Ankara’nın 1964 Haziran ayında başlattığı harekâtı ABD Başkanı bir mektupla durdurabiliyordu. Ya da Filistin’de 1967 sonrasında Arapların topraklarından edilmesine hegemonyanın kural koyucuları Ortadoğu’daki kalesi ve vassalı İsrail aleyhine asla ses çıkarmıyordu. Benzer şekilde hegemonun böl ve yönet prensibi içinde özellikle kenar kuşak üzerindeki devletlerde, kendi çıkarlarına aykırı gördüğü rejimleri CIA, USAID, Peace Corps (Barış Gönüllüleri) gibi unsurlar ve yerli işbirlikçiler sayesinde devirmesi sıradan uygulamalardı. İran’da, Guatemala’da, Şili’de, Arjantin’de, Endonezya’da, Türkiye’de ve daha pek çok devlette soğuk savaş döneminde örneklendiği üzere askeri darbeler düzenlenmesi olağan seçeneklerdi. Bu uygulamalar soğuk savaş sonrası turuncu devrimlere ve FETÖ tipi kumpaslara dönüşecekti. Kuralları BM çatısı altında belirleyen büyük hegemon ABD, rejim değişiklikleri için yerli işbirlikçiler ile siyasi ortamı şekillendiriyor ve yaratılan kriz ya da darbe sonrası iktidara gelenler, Amerikan jeopolitiği veya ekonomisine hizmet edecek şekilde hareket ediyordu. BM Anlaşması savaşı yasaklamış olsa da ABD askeri müdahalelerde davet üzerine müdahale geleneğini Vietnam’da başlatmıştı. Bu modeli Sovyetler de uyguladı. Yıkılmadan önce son olarak 1979’da Afganistan’a davet........

© Veryansın TV


Get it on Google Play