Gazze’den Kıbrıs dersleri
Cem Gürdeniz yazdı…
Bugün Filistin’de, gerek Gazze’de gerek Batı Şeria’da yaşanan felaketler ile Kıbrıs’ta 22 Temmuz 1878’den 20 Temmuz 1974’e kadar yaşanan felaketler büyük benzerlikler içeriyor. Kıbrıs’ı 1878’de Filistin’i Birinci Dünya Savaşı sonunda 1918’de İngiltere’ye karşı kaybettik. Her ikisinin eski sahipleri yani Filistinliler ve Türkler arkasına Anglosakson deniz hegemonlarının gücünü ve desteğini alan sözde yeni sahipleri yani Siyonistler ve Rumlar tarafından değişik zamanlarda etnik temizliğe maruz kaldılar. Kıbrıs Türkleri 1974’te anavatan Türkiye sayesinde bu gidişe ‘’dur’’ dedi, Türk ordusu sayesinde son sözü söyleyerek tarihteki onurlu yerini aldı. Filistinli Arapların trajedisi katlanarak devam ediyor. Soykırım aşamasına varan Gazze savaşı Netenyahu Hükümeti iktidarda kaldığı sürece nihai hedef olan Gazze ve Batı Şeria’nın tamamen işgal edilmesi ve buradaki nüfusun Mısır ve Ürdün’e sürülmesi ile bitmeye adaydır. Dünya kamuoyunun büyük baskısına rağmen İsrail Hükümeti, rota değişikliği yapmıyor. Gazze’de Uluslararası Adalet Divanının tanımıyla ‘’makul bir iddia ile soykırıma yakın durum’’ devam ediyor. Ateş gücü, açlık, salgın hastalık ve diğer amiller sınır tanımadan can almaya devam ediyor. Çoğunluğu kadın, çocuk ve zayıflar olmak üzere Gazze’de ölü sayısı 32 bini, yaralı sayısı ise 74 bini geçti. İnsanlık tarihinin dijital iletişim çağında naklen kaydettiği katliamda devletler hukuku, uluslararası silahlı çatışma hukuku ve Cenevre Sözleşmelerinin insanı, insan hayatını ve onurunu koruyan maddelerinin hiçbiri uygulanmıyor. İsrail’i hiçbir güç durduramıyor. Şüphesiz artık ABD’nin şampiyonluğunu yaptığı kural temelli düzenin (rules based order) İsrail üzerinden tamamen yok edildiği bir dünyada yaşıyoruz. ABD’nin soğuk savaş sonrası Irak, Afganistan, Libya ve Suriye’de kural temelli düzeni yerle bir eden saldırılarından sonra İsrail’in de onu örnek alarak ya da kendisine hamisi ABD tarafından ‘’kişiye özel hoşgörü’’ gösterileceği kabulü üzerinden saldırılarını sürdürüyor.
25 Mart 2024 tarihinde BM Güvenlik Konseyi, 10 geçici üyesi tarafından gündeme alınan Ramazan ayında Gazze’de geçici ateşkes talep eden bir kararı, 14 lehte ve bir çekimser (ABD) oy ile kabul etti. 2728 sayılı karar aynı zamanda rehinelerin derhal serbest bırakılması ve Gazze’ye insani erişimin sağlanması çağrısında da bulunuyor. Karar kalıcı bir ateşkesi içermiyor. Karara uymaması halinde İsrail’e karşı bir yaptırım gücü de yok. Aynı durum Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail’e karşı açmış olduğu soykırım davasında Uluslararası Adalet Divanının aldığı kararda da yaşanmıştı. İsrail geçici olsun olmasın ateşkes çağrılarının hiç birisine zaten uymuyor. Ancak en az bu durum kadar vahim olan BM Güvenlik Konseyinin kararından sonra ABD, BM Daimî Temsilcisinin ateşkes kararının bağlayıcı olmadığını söyleyerek ABD’nin konumunu netleştirmesidir. Diğer yandan 29 Mart 2024 tarihli Washington Post Gazetesinde John Hudson imzalı haberde ABD’nin geçen hafta İsrail’e 2,5 milyar dolarlık askeri malzeme satışına onay verdiği duyuruldu. Satış 25 adet F35 uçağı ile Gazze’de kullanılan 2300 adet Mk82 ve Mk83 uçak bombalarının da bulunduğu geniş bir paketi içeriyor. Satışın İsrail Savunma Bakanının hafta içinde yaptığı Washington DC ziyaretinden sonra onaylandığına dikkat çekelim. ABD’de İsrail aleyhinde ciddi bir kamuoyunun oluştuğu bir konjonktürde Biden ile Netanyahu’nun özellikle Gazze’de yaşananlar ve iki devletli çözüm konusunda ters düştükleri resmini vermelerinin bir aldatma taktiği olduğu yaşananlardan anlaşılıyor. ABD BM Daimî Temsilcisinin, kararın bağlayıcı olmadığı yorumunu yapabilmesi ve ABD Dışişleri Bakanlığı marifeti ile İsrail’e 2,5 milyar dolarlık askeri malzeme satışına onay verilmesi Biden’ın Filistin lehindeki açıklama ve yorumlarının iyi polis rolünde açıklamalarının içinin bomboş olduğunu gösteriyor. Yahudi finansörlerin seçim bağışlarına ve Yahudi oylarına ihtiyaç duyan Demokrat Parti Neoconlarının ABD’nin Ortadoğu’daki jeopolitik kalesi İsrail’i her koşulda desteklemeye devam edeceğini ve Filistin’in özellikle 5 Kasım ABD Başkanlık seçimlerine kadar acılarının artarak devam edeceğini söyleyebiliriz.
Bugün Gazze’de ve Batı Şeria’da yaşanan insanlık düşmanı acımasızlıklar şüphe yok ki eğer 50 yıl önce Kıbrıs Barış Harekâtı yaşanmamış olsaydı bugün Kıbrıs’ta da yaşanıyor olurdu. Adanın II. Abdülhamit iktidarında 1878 sonrası 100 yıllığına kiralanmış statüde İngiliz sömürgesine dönüşmesinden sonra Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk egemenliği tamamen ortadan kalktı. 1948 yılında Kıbrıs’ta İngilizlerin önerdiği özerklik planını nüfus çoğunluğu olan Rumların reddetmesiyle kriz başladı. Rumlar adanın tamamını istiyordu. Enosis, yani Yunanistan ile birleşme emeli hortlamıştı. 1954 yılında konu BM’ye taşındığında Türkiye ve Yunanistan artık karşı kamplardaydı. Bu durum İngiltere’nin işine geliyordu. Zira bağımsızlığa kavuşmakta olan Malta’daki stratejik deniz üssünü kaybetme sürecine başlayan İngiltere, Kıbrıs’ta da aynı sonuçla karşılaşmak istemiyordu. Adadaki İngiltere karşıtı bağımsızlık hareketinin enerjisi, Türk – Rum düşmanlığı ile dengelenmeliydi. İstanbul’daki 6-7 Eylül 1955 olayları tam zamanında imdadına yetişti. Artık, Atatürk ile başlayan 32 yıllık Türk Yunan dostluk dönemi kapanmıştı.
1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda da Enosis hedefi ortadan kalkmadı. Sadece donduruldu. Yeni devlet 3 yıl yaşadı. BM’nin meşru devlet olarak kabul ettiği bu eşit ortaklık devleti 1963 tarihinde Rumların iradesi ile son buldu. İngiltere, iki egemen üs karşılığında adanın bağımsızlığını tanıyınca İngilizlere karşı örgütlenen EOKA’cılar tüm enerjilerini Türklerden kurtulmaya verdi. Artık onlar için Türkler adadan sürülmesi gereken düşmandı. Etnik temizlik kaçınılmazdı. 1955 yılında ayrılıkçı faşist EOKA’nın ilk saldırısında yedi Türk katledildi. Beş yıl içinde adanın hiçbirinde Türklerin can güvenliği kalmadı. 1960‘daki Gazi Köy ve Vasilya katliamlarında 150 Türk kurşunlandı ve öldürüldü. Kanlı Noel saldırısı olarak yaşanan 20 Aralık 1963 gecesinde 128 Türk uykularında öldürüldü. Rumların madalya vererek onurlandırdığı Hristos Savvas adlı eski bir EOKA’cı itiraflarında, yaşananları şöyle anlatıyordu: “Kasım 1963’de, Yunan Alayındaki (ELDIK) eğitim sırasında personele Türkler aleyhine düşmanlık dolu söylevler verilirdi… Bu sırada 25 Aralık 1963’te, Türklere saldırılacağı, 100 bin Türk’ün, kedilerine kadar katledileceği söylendi…nitekim daha sonra saldırılar başladı ancak Makarios, Türkiye müdahaleye hazırlanıyor, saldırıları durdurun talimatı vererek süreci durdurdu.’’ 1964 yılında Grivas isimli Yunanlı faşist generalin kumandasında Enosis’e destek için adaya 20 bin Yunan askerinin getirilmesi söz konusu rezaletin son perdesi oldu. Diğer taraftan Türkiye, 1964 ve 1967 yıllarında her türlü abluka, ambargo, tecrit ve katliamlara maruz kalan ada Türklerini korumak için müdahale etmek istedi ancak gerek askeri, gerekse siyasi konjonktür böyle bir iradeye izin vermedi. 5 Haziran 1964 tarihli ABD Başkanı Johnson’un İnönü’ye mektubu belleklerdedir. 1967 Erenköy olaylarında sadece hava kuvvetlerini kullanarak bir caydırma sağlayabildi. 9 Eylül 1964 günü Apoyevmatini Gazetesine demeç veren Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios şöyle söylüyordu: ‘’Yüce gayem Enosis’tir…Enosis’tir ve Enosis olarak kalacaktır…Eğer tek gayem varsa, o da ismimin Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesiyle ve Yunanistan’ın sınırlarının Kuzey........© Veryansın TV
visit website