1939’dan itibaren Atatürk gömleğini değiştiren Türkiye
Cem Gürdeniz yazdı…
Son bir ay içinde arkasında NATO devletlerindeki sözde müttefiklerimizin olduğu PKK, PYD/YPG grupları 21 askerimizi şehit ediyor, Amerikalı Bakan Yardımcısı Türkiye’ye Montrö dayatması yapabiliyor, Doğu Akdeniz’de Gazze’de, başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerinin gözü önünde İsrail adeta Filistinli soykırımı yapıyor; Yemen ve Güney Afrika Cumhuriyeti dışında hiçbir devlet somut tepki vermiyor. Ukrayna, Zelensky liderliğinde Amerikan jeopolitiği için her geçen gün kan kaybederken ABD ve İngiltere, Rusya’nın zayıflatılması için Türkiye’nin de içine çekilmek istendiği her türlü kışkırtmaya Karadeniz’de devam ediyor. Dünyada her geçen gün barış ortamından kriz ve savaş ortamına geçilirken, Türkiye büyük bir gururla savaş ortamını daha da alevlendirecek şekilde önce Finlandiya sonra da İsveç’in NATO üyeliğini meclisinde iktidar ve ana muhalefetiyle birlikte onaylıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemin en büyük NATO tatbikatına katılacağını vaveyla ve gururla açıklıyor. Devlete 15 Temmuz 2016 akşamı tüm gücü ve nefreti ile saldıran Amerikancı ve İslam referanslı FETÖ’nün ABD himayesinde kalmaya ve Washington’un örgüt liderini Türkiye’ye teslim etmemeye devam etmesine rağmen ABD’nin Türkiye’ye F 16 satışına karar vermesi sonrası FETÖ’cülerimiz ve mandacılarımız ile pusulası şaşmış teslimiyetçilerimiz mutluluktan histeri krizleri geçiriyor. Kısacası Türkiye, coğrafyasının ve tarihinin dayattığı koşulları zamanın ruhunun tam aksi yönünde değerlendiriyor. İktidarı anlıyoruz. Ekonomik sıkıntıları var. Ülkede kontrol edilemez boyutta ekonomik kriz, yolsuzluk, etnik ve dini kutuplaşmalar var. Ancak ana muhalefeti anlamak olası değil. En basitinden karşıt fikir bile çıkarmıyorlar.
Türkiye’nin jeopolitik kölelik dönemi Atatürk’ün vefatından bir yıl sonra başladı. Bu kölelik döneminin yazılımında bugün de Osmanlının İngiliz ve Fransız aşığı Tanzimatçı, mütareke döneminin hem İngiliz hem Amerikan mandacı sosyo genetik kodları mevcuttur. Kodların sahibi önce Britanya daha sonra ABD’nin başını çektiği Anglosakson kimyasıdır. Bu kimyayı geçmişte Mustafa Kemal Atatürk dışında bozabilen olmadı.
Türkiye, 1000 yıldır merkezinde Türk Boğazları olan eşsiz bir coğrafya mirasına sahiptir. Bu coğrafyayı ulusal güçle birleştirdiğinde imparatorluk kurabilmiş, zayıfladığında işgale uğramıştır. Son işgal ve parçalanmadan Mustafa Kemal Atatürk kurtarmış, yeni bir devlet kurmuş; askeri, ekonomik, demografik ve sınai ulusal gücü bugünle kıyaslanamayacak derecede zayıf olduğu halde 15 yıl boyunca sadece sınırlarını emniyete almakla kalmamış, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı sayesinde Türkiye etrafında barış ve güvenlik kuşağı oluşturabilmiş, Türk Boğazlarının egemenliği ile Hatay’ı geri alabilmiştir. Onun vefatından 11 ay sonra Türkiye tarafsızlık ve tam bağımsızlık politikasını terk ederek İkinci Dünya Savaşının başlamasından kısa bir süre sonra 19 Ekim 1939 tarihinde Almanya ile savaş halinde olan İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma Türkiye ile Kurtuluş Savaşı döneminin dost ve müttefiki Sovyetler ile arasında güvensizlik duvarı örmüş, sonuçları bugüne kadar devam eden Anglosakson emperyalizmine teslimiyete dönüşmüştür.
Atatürk’ün Dış Politika Direktifi. Atatürk hastalığının son yıllarında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şöyle demişti: ‘’Bizim şimdiye kadar izlediğimiz açık dürüst ve barışçı politika, ülkeye çok yararlı olmuştur. Arkadaşlar buna alıştılar. Gerçek ve yaşamsal zorunluluklar dışında, bu politikamız sürer gider.’’ Bu arada Başbakan Celal Bayar’a da şöyle diyordu: ‘’Sovyetler Birliği’ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan ya da dolaylı Sovyetlere yöneltilmiş herhangi bir oluşuma girmeyecek, böyle bir anlaşmaya imza koymayacaksınız. Türkiye tarafsız kalmalı bir ittifak içine girmemelidir.’’
Türkiye, Mondros ateşkesi sonrası kendisini 1918 sonbaharında işgale ve parçalamaya gelen Anglosakson dünya ile ilk kez Nyon Anlaşması sonucu Akdeniz’deki kimliği belirsiz denizaltılarla mücadele sürecinde birlikte oldu. Diğer yandan Almanya ile gerek ticari gerekse siyasi ilişkileri, 1933 sonrası Hitler ve Faşizmin yükselişine rağmen üst seviyede idi. Örneğin 1939 başlarında Almanya ile ithalat ve ihracat İngiltere ve Fransa ile olan toplamın 4 katıydı. Askeri okullarında halen Alman usulleri öğretilmeye devam ediyordu. Almanya’dan doğrudan tehdit henüz yoktu ancak onun en yakın müttefiki Faşist İtalya’nın donanmasıyla birlikte 12 Adalar üzerinden tehdidi vardı. Ankara’da, 1939 başında Akdeniz’de Fransa ve İngiltere ile yakınlaşarak İtalya’ya karşı denge oluşturma politikası öne çıkmıştı. Bu dönemde 12 Mayıs 1939’da önce İngiltere ile daha sonra 23 Mayıs 1939’da Fransa ile bir iş birliği /yardım anlaşması imzalandı. Çok ağır ekonomik koşullar altında olan Ankara, İngiltere ile daha sonraki ittifak anlaşmasının imzalanması için mali yardımın sağlanmasını şart koşuyordu. Türkiye, en başta ileri bir sürdüğü şartlarla 35 milyon pound askeri yardım desteği, 15 milyon pound değerinde külçe altın, 10 milyon pound ticaret kredisi olmak üzere Londra’dan 60 milyon pound istiyordu. Türkiye gerçekte ağır mali sorunları nedeniyle 12 Mayıs 1939’da Atatürk’ün mirası olan tarafsızlık politikasını terk etmişti. İngiliz Dışişleri Bakanı Halifax’ın ifadesiyle Türkiye tarafsızlığını satışa çıkarmıştı.
Bu dönemde Türkiye’nin Fransa ve İngiltere’ye yaklaştığını gören Berlin’in Ankara ile ilişkileri bozulmaya başladı. 7 Mayıs 1939’da Almanya Türkiye’ye askeri yardımı kesti. Öyle ki ismi bizzat önceden Atatürk tarafından verilen ve Almanya’da inşa edilen Batıray denizaltısını vermekten vaz geçtiler. İstanbul’da Taşkızak Tersanesinde inşası devam eden Yıldıray Denizaltımızın ana makineleri ve teçhizatı gönderilmedi, geminin 1937’de başlayan inşaatı 1946‘da Gölcük’te tamamlanabildi.
Bu arada Sovyetler Birliği jeopolitik kanunlar gereği faşist Almanya’nın eninde sonunda kendisine saldıracağının bilincindeydi. İngiltere ve Fransa da bunu biliyordu. Eylül’de Çekoslovakya’nın Sudet Bölgesinin Almanya’ya devri için yapılan Münih Konferansına Sovyetler davet edilmemişti. Münih’te Hitler’e büyük tavizler veren İngiltere ve Fransa, Avrupa’yı savaştan kurtardıklarına inanıyor ve Almanya’nın saldırı enerjisini Sovyetlere döndürmek istiyorlardı. Cumhurbaşkanı İnönü de Avrupa’da tüm devletler savaşa girip Sovyetler zinde kalırsa bunun barış ve istikrar için uygun olmayacağını düşünenlerdendi.
Bu süreçte coğrafyası gereğince Türkiye’nin tutumu çok önemliydi. Tüm taraflar Türkiye’yi yanına almak istiyordu. İngiltere Türkiye’yi mutlaka Almanya’ya karşı cephede tutmak istiyordu. Örneğin İngiliz Dışişleri Bakanı 25 Ağustos 1939’da Ankara’daki Büyükelçisine şöyle diyordu: ‘’Şu sıralarda Türkiye’yi barış cephesinde tutmak hayatidir. Majestelerinin hükümeti bunun için her fedakârlığı yapacaktır. Bu sebeple Türk hükümetinin her istediğini yapmaya çalışacağız.’’ Diğer yandan Atatürk döneminden bu yana stratejik ortak olan Sovyetler ile Türkiye arasında Alman ve İtalyan saldırısına karşı bir cephe oluşturmak için görüşmeler yapılıyordu.
Türkiye, önceliği Akdeniz ve Balkanlara vererek İtalyanlara karşı İngiltere ve Fransa ile cephe kurmak, daha sonra da Almanya’ya karşı Sovyetler ile anlaşarak bir güvenlik zinciri oluşturmak istiyordu. Karadeniz’deki komşumuz olan Sovyetlerin önceliği Almanya; Ankara’nın ise İtalya idi. Sovyetlerin önünde iki seçenek vardı: Birincisi Türkiye ve İngiltere ile yakınlaşarak Almanları önlemek. İkincisi Almanya ile kısa süreli bir saldırmazlık paktı yaparak savaşa hazırlanmak. Sovyetler ikinci seçeneği kullandı. Stalin savaşa hazır olmak için ihtiyacı olan........
© Veryansın TV
visit website