İktidarın Gölgesinde İstihbarat: Hakikatin Kaybı ve Devletin Körlüğü
Modern devletlerin güvenliği, yalnızca orduların büyüklüğü veya ekonomik güçle ölçülemez; gerçek güç, devletin en rahatsız edici gerçeklerle bile yüzleşebilme kapasitesinde yatar. Bu kapasitenin en önemli araçlarından biri, bilimsel hareket eden, makro mikro analizler yapabilen, bağımsız ve liyakatli ve anayasaya , kanunlara, devletine, milletine ve vatanına bağlı ve özerk bir istihbarat servisidir. Ancak istihbarat kurumlarının siyasallaşması, yani iktidarın hoşuna gidecek raporlar üretmeye yönlendirilmesi, devleti yalnızca bilgi eksikliğine değil, stratejik körlüğe ve kurumsal çürümeye sürükler. Tarihsel örnekler, hem otoriter hem demokratik rejimlerde siyasallaşmış istihbaratın devletleri nasıl beklenmedik krizlere karşı savunmasız bıraktığını göstermektedir. Bu makale, bilişsel esaret ve negatif seçilim kavramları çerçevesinde, farklı tarihsel ve güncel vaka analizleri üzerinden siyasallaşmanın devletler üzerindeki uzun vadeli etkilerini incelemektedir.
İstihbaratın Doğası ve Tehdit Algısı
Modern devletlerin en kritik güvenlik aygıtlarından biri olan istihbarat kurumları, yalnızca dış düşmanlara karşı değil, iç toplumsal dinamiklere yönelik analizleriyle de devletin bekasını güvence altına alır. İstihbaratın temel işlevi, hakikati çarpıtmadan, en rahatsız edici boyutlarıyla siyasal karar alıcılara sunmaktır. Ancak bu işlev, kurum siyasallaştığında ortadan kalkar.
Siyasallaşmış istihbarat, artık hakikati değil, iktidarın görmek istediği manzarayı üretmeye başlar. Böylece devlet, kendi uydurduğu bir yanılsamanın içinde yaşamaya mahkûm olur. Tarih, bu yanılsamanın kısa vadede rejimlere konfor sağladığını, uzun vadede ise devletlerin çöküşünü hızlandırdığını göstermektedir.
Bu nedenle istihbaratın siyasallaşması, yalnızca bir kurumsal yozlaşma değil, aynı zamanda devletin varoluşsal güvenlik kapasitesini kaybetmesidir.
İdeolojik Rehin Alma: Bilişsel Esaret
Akademik literatürde “bilişsel esaret” olarak adlandırılan olgu, istihbaratın analiz kapasitesinin iktidarın ideolojik öncelikleri tarafından esir alınmasını ifade eder. Bu durumda istihbaratçılar, gerçek tehditleri analiz etmek yerine, liderin hoşuna gidecek raporlar üretir.
Örneğin, İran Devrimi öncesinde ABD istihbarat raporlarının Şah rejiminin istikrarını abartması, Jervis (2010) tarafından bu sürece örnek gösterilir. İstihbarat, rejimin görmek istemediği toplumsal öfkeyi saklamış, bunun sonucunda ise ABD ve Şah büyük bir sürprizle karşılaşmıştır.
Bilişsel esaretin en tehlikeli yönü, kurumsal hafızayı ve eleştirel kapasiteyi felce uğratmasıdır. Hakikati saklayan bir kurum, devlet için değil, iktidarın günübirlik siyasi ihtiyaçları için çalışır hale gelir.
Sadakatin Çürüten Gücü: Negatif Seçilim
İstihbaratın siyasallaşmasının bir diğer boyutu “negatif seçilim”dir. Burada liyakat değil, sadakat yükselme kriterine dönüşür. Eleştirel, sorgulayıcı ve cesur analistler sistemden dışlanırken; sessiz, uyumlu ve sorgulamayan personel yükselir.
Betts (2007) bu süreci “parazit bürokrasi” olarak tanımlar. Yani istihbarat artık devleti korumak için değil, kendisini yeniden üretmek için var olur. Bu, kurumu giderek bir yankı odasına çevirir.
Negatif seçilim, yalnızca kurumsal kapasiteyi düşürmez; aynı zamanda istihbaratın dış rakipler karşısında öngörülebilir ve kolay manipüle edilebilir hale gelmesine yol açar. Böylece devlet, hem içeride hem dışarıda kırılganlaşır.
Tarihsel Vaka İncelemeleri
İran’ın SAVAK’ı
Şah döneminde SAVAK, özellikle sol hareketler, sendikalar ve entelektüellere odaklanmıştı. Kurum, rejimin hoşuna gidecek raporlar üretmekle yükümlüydü; bu da bilişsel esaret ve negatif seçilimin klasik örneğini oluşturur. İran’ın kırsal kesimlerinde ve camilerde yükselen dini muhalefet göz ardı edildi. SAVAK’ın raporları, Şah’ın görmek istediği gerçekleri doğrulayan propaganda metinlerine dönüştü. Abrahamian (1999), bu durumun devrimi öngöremeyen bir körlüğe yol açtığını belirtir.
Siyasallaşmanın etkisi yalnızca yanlış önceliklendirmeden ibaret değildi; kurum içindeki liyakate dayalı hiyerarşi yerine sadakat kriteri hâkim olmuş, eleştirel analistler tasfiye edilmişti. Bu, stratejik körlüğü derinleştirerek, toplumsal değişimlerin erken uyarı sinyallerini gözden kaçırmalarına yol açtı. 1979 İslam Devrimi gerçekleştiğinde, SAVAK hem toplumsal hem de uluslararası tehditleri analiz etmekte başarısız olmuştu.
SSCB’nin KGB’si
Sovyetler Birliği’nde KGB, doğrudan Parti çizgisine bağlıydı. Afganistan işgali ve ekonomik krizlerin boyutları Politbüro’ya tam olarak aktarılmadı. Andrew ve Mitrokhin (2000), KGB’nin siyasallaşmasının, rejimin kritik hataları görmesini engelleyerek Sovyet çöküşünü hızlandıran unsurlardan biri olduğunu vurgular.
KGB örneği, istihbaratın “rejim sadakati” ile “devlet güvenliği” arasındaki çelişkinin nasıl felaket doğurduğunu gösterir. Kurum, dış politikadaki tehditleri veya ekonomik zorlukları iktidarın hoşuna gitmeyen biçimde raporlamaktan kaçındı; sonuç olarak Sovyetler Birliği, stratejik reflekslerini kaybederek dış ve iç baskılara........
© Turkish Forum
