TİKA’ya çağrı: Melikşah ve Nizâmülmülk’ün mezarlığına ilgi gösterin!
Diğer
26 Şubat 2024
Nizâmülmülk, tam ve uzun adıyla “Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî” Türk tarihi açısından oldukça önemli bir isim. Nizâmülmülk, onun takma adı. Bu sözcük (nizâm ül mülk), “devletin düzeni” veya “devlet düzeninin kurucusu” anlamına geliyor. Bu lakabın kendisine verilme nedeni tek değil: Kendisi, Selçukluların kurucu sultanlarının (Alp Arslan ve Melikşah’ın) veziriydi. Aynı zamanda “nizâmiye medreselerine”, buna bağlı olarak “öğrenci yurdu” ve “öğrenci bursu” kurumlarına hayat vermişti. Dünyanın ilk istihbarat teşkilatını kurmuş ve başta Siyâsetnâme olmak üzere zamanının çok ötesinde üretimler yapmıştı.
Nizâmülmülk’ün çalışma biçimi ve tarzı, bugün dahi çok sayıda araştırmaya, hatta edebi esere ilham kaynağıdır.[1] Devleti yönetenlere nasihatler içeren, sıkıcı olmasın diye bazı hikâyeler ve alıntılarla süslenen Siyâsetnâmesi hayli önemli saptamalar içerir ve bugüne de seslenir.[2] Alıntılardan örnek vereyim.
“Küfr ile belki amma zulm ile paydâr kalmaz memleket” sözünü düstur edinen Nizâmülmülk’ün devleti yönetenlere adalet temelli sözü şudur:
“Adalet hâkim olunca ihsan da hâkim olur. Nitekim adaletin olduğu yerde civanmertlik de vardır.
Akademisyenlere dönük olanı şu:
“Hükümdarların en hayırlıları, ilim erbabıyla ünsiyet peyda eyleyenleridir [arkadaşlık edenleridir] ve âlimlerin en mazarradarı [kötüsü] hükümdarla düşüp kalkanlarıdır.”
Günümüzde de görünen liyakat sorununa yanıtı ise şu:
“Unvanlar alabildiğine artmış durumdadır. Bir şeyin sayısı arttıkça değeri düşer ve saygınlığı azalır. (…) Memleket düsturlarından biri unvanlara sahip çıkmak, diğeri de her şahsın makam ve mevkiini muhafaza etmektir.”
Örnekleri çoğaltabiliriz. Mesela Nizâmülmülk, Türkiye’de hem Hürriyet Devrimi hem de Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında çokça gündeme gelen Âl-i İmran Sûresi’ni de, devrimci taifenin anladığı gibi algılar. Surede “Yâ Muhammed, bir işi yapacağında yahut bir meseleyle karşılaştığında dostlarınla istişare eyle” buyruğuna gönderme yapar ve “Hz. Muhammed aleyhisselam istişareye ihtiyaç duyduktan sonra diğer insanların istişare etmemesi söz konusu bile olamaz” der, istişareye (meclis ile yönetimi) mutlak önem atfeden yaklaşımını farklı bağlamlarda tekrar tekrar vurgular.
Gerçi kimileri bu aktarımları zorlama sayabilir. Keza, Nizâmülmülk’ün adamlarının ve ailesinin -Doğan Avcıoğlu’nun (Türklerin Tarihi-IV) ifadesiyle- “devlet içinde devlet” olma stratejileri yadırgatıcı gelebilir. Hakeza bugünden bakıldığında birileri onu “cinsiyetçi” (kadınların devlet yönetimine katılmasını bir felaket sayar, onların üreme ve çocuk bakma yetisinde gerilemeye neden olacağını savunur), “sınıfçı” (farklı katmanları doğal görür ve bunların aynılaşmasını felaket sayar) hatta “ırkçı” (Hanefi ve Şafii mezhepleri dışına kalanları “beyhude ve sapkınlık” görür, “şek ve gümandan ibaret” sayar) bulabilir.
Amenna…
Biz, çağlar öncesinin figürlerinin heykellerini yıkmaya veya sanat/kültür eserlerini tahrip etmeye yönelen “iptalci “woke[3]” saçmalıklara varmadıkça, eleştirilere karşı değiliz. Hatta bu eleştirilere (zamanının koşullarını göz ardı etmedikçe) bir ölçüde katılıyoruz da.
Fakat eleştirmek başka şey, kültürel varlıklara sahip çıkmak başka şey.
Sadede geleyim.
Nizâmülmülk, kurduğu güçlü medreselerle bilinir. Zaten tüm stratejisi ilmî hegemonyaya sahip olmaya dayanır. Öyle ki ilmiye sınıfına her yıl 300 bin dinar dağıttığı rivayet edilir. “Eğer bu para orduya ayrılsa, İstanbul bile fethedilebilir” diye yakaran Melikşah’ı, “devletin iki kat para harcadığı askerlerin attıkları okun bile en çok bir mil ileriye etki edebileceğini, oysa kendi ilmiye ordusunun menzilinin arşa, hatta Allah’a kadar uzandığı”nı söyleyerek tersler. Yani bir bakıma “yumuşak güç” (soft power) kavramının erken dönem sözcülerindendir kendisi.
Bu yumuşak gücün dayanağı nizâmiye medreseleridir. En büyüğü Bağdat’ta bulunan Nizâmiye medreselerinden biri de (Siyâsetnâme’nin yazıldığı yıllarda başkent olan) İsfahan’dadır. Nizamülmülk’ün bu eseri, İsfahan’daki adı “Melikşahi” olan bu medresenin külliyesinden geçen bir ırmağın kenarında ve bir çınarın altında noktaladığı iddia edilir. Rivayet odur ki mezarı da tam olarak o çınarın gölgesindedir.
Geçtiğimiz hafta bir........
© T24
visit website