Polis Şeyda’yı şehit eden suç makinesi, polisin elinden nasıl kaçtı?
Diğer
27 Eylül 2024
“Polis yakalıyor, adliye bırakıyor!”
Bu coğrafyada benzer pek çok olayın ardından karşılaşılan bu yargı cümlesi, Ümraniye’de firari şüphelinin peşinden koşan polis ekibindeki genç polis memuresi Şeyda Yılmaz’ın şehit edilmesinden sonra bir kez daha tartışmaların odağında yer aldı.
Uzunca süredir polis ve adliyenin yürüttüğü hemen her olayın ardından bu cümleyi kurmak adetten oldu. Üstüne üstlük bu cümleyi dillendirenler arasında zaman zaman bizzat ülke yönetiminde söz sahibi olanlar da var.
Gümrük dışındaki adli kolluk teşkilatlarını bünyesinde barındıran İçişleri Bakanlığı ile yargıyı yöneten Adalet Bakanlığı bürokrasisi her zaman karşı karşıya gelir böylesi durumlarda.
Hatta krizlerin bile çıkmışlığı vardır. Vahamet enkazının kendi üzerlerinde kalmasını istemeyen bürokrasi çarpışır.
Sonuç, her defasında “yırtılan Hacı Bekir’in yakası” vaziyetinden öteye gitmez.
Evet, yeni Türkiye’de adli kolluk ve yargı teşkilatlarında ciddi bir erozyon var. Sadece polis değil elbette… Jandarma, sahil güvenlik, gümrük gibi adli kolluk görevi bulunan tüm kurumlarda benzer sıkıntılar var kuşkusuz.
Fakat gündelik yaşamda toplumun aynası olan polis teşkilatı öne çıkıyor bu tabloda. Kabul etmek gerekir ki, polis veya adliyeye işi düşenler, başka yollar ve yöntemlerle sıkıntılarının üstesinden geliyorlar günümüzde.
Devlet–siyaset arasındaki dengenin zaman ve ortamına göre biçim değiştirmesi ve şekillenmesi maalesef bu tabloyu karşımıza çıkarıyor. Hem de vicdanlarda ağır izler bırakarak.
Zaman zaman her iki teşkilattan bürokratlarla görüştüğümde; yargı mensupları, önlerine gelen adli kollukça hazırlanan soruşturma ve kovuşturma evrakında yeterlilik görmediklerini / göremediklerini belirtir.
Adli kolluk tarafı ise, yargı kanadının dosyalarla yeterince ilgilenmediğinden, dosyaların maddi ve manevi şekliyle yargı tarafından istismar edildiğinden bahseder hep.
Her iki tarafın birbirine karşı haklı olduğu süreçler yaşanmıyor değil tabii ki.
Ümraniye’de genç polis memuresi Şeyda Yılmaz’ın, hakkında 26 suçtan kaydı bulunan Yunus Emre Geçti tarafından şehit edilmesi, “yakalama/bırakılma” tartışmasını yeniden alevlendirdi.
Nasıl alevlendirmesin ki?
Bir tarafta gencecik bir polis memuresinin cenazesi, diğer yanda ise, hakkındaki suçlardan dolayı yargılanan ancak mevcut yasalardaki hükümler nedeniyle elini kolunu sallayarak dolaşan suç işleme potansiyeli yüksek bir sabıkalı var.
Dolayısıyla infial yaratan olayın ardından “polis yakalıyor, adliye bırakıyor” söylemi gündeme oturdu.
Aslına bakarsanız durum tam da eskilerin deyimiyle “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” hali.
Siyasetin daha doğrusu iktidarın yasalarda yaptığı düzenlemeler eleştiriliyor, polis memuresi Yılmaz’ın öldürülmesi üzerinden.
Yaşananların toplumsal ve psikolojik verileri ya da fotoğrafı bir yana, iki kurum birbirine girmiş durumda sessiz sedasız.
Kapalı kapılar arkasında yargı cenahı “yeterli önlem alınmadığı” gerekçesiyle polisi suçluyor. Polis tarafı ise gelenekselleşmiş biçimiyle “yargının görevini yapmadığı”nı savunuyor.
Bu........
© T24
visit website