Renkler âlemi (I)
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
09 Haziran 2024
Bir aradan sonra tekrar merhaba değerli okurlarım.
Yeni âlemlere açılıyorum bugün. Konumuz: Renkler. Hani şu aslında olmayan, ışık kırılmalarıyla gözümüzün nasıl algıladığına bağlı olarak değişen, farklı kişilerin farklı algıladığı, hatta bazen hiç algılayamadığı renkler. Daha da ötesi, inançlara, dinlere, âdet ve geleneklere göre farklı değerler ve anlamlar taşıyan renkler.
Renklerin yaşamınız üzerinde ne kadar büyük etkisi olduğunu hiç düşündünüz mü acaba? Siz farkında olmasanız da etrafınızda, yaşadığınız ortamda pek çok şeyi sevmenizin ya da nefret etmenizin ardında renkler, renk algılarınız önemli rol oynuyor. Denizin mavisinin karşısında mı yaşamayı tercih ediyorsunuz yoksa yeşilliklerin ortasında mı? Hangi renk çiçekler sizi mutlu ediyor? Evinizin, odanızın duvarının, eşyalarınızın, giysilerinizin, otomobilinizin rengini seçiyorsunuz, değil mi? Eşinizin, sevgilinizin kullandığı hangi renk rujdan hoşlanıyorsunuz? Evcil hayvanlara meraklıysanız kedinizi, köpeğinizi seçerken inanın, sadece huyu, suyu, becerisi değil, rengi de rol oynuyor.
Işık olmadan renk olmaz. Rengi aslında ışık sayesinde algılıyoruz. Çevremizde gördüğümüz hiçbir şeyin (obje) rengi yoktur, zaten aldığı ışığı yansıttığı için görünür. Rengin ne olduğu bilimsel olarak, “Işığın çevremizdeki tüm objelerden yansıyarak gözümüze ulaşması sonrasında zihnimizde oluşan duyum olarak tanımlanan renk fiziksel bir oluşumdur” şeklinde tarif ediliyor. Renk spektrumunda (genellikle “tayf” olarak kullanılıyor) görülen bütün renkler ışıkta toplanıyor. Güneşten yansıyan ışınlar çevremizde ne var ne yoksa hepsi tarafından kısmen emilerek, kısmen yansıyarak gözümüze renk olarak ulaşıyor. Bu emilme ve yansımaların derecesine bağlı olarak ışığı beynimiz farklı renkler şeklinde algılıyor.
Birisi dönüp de “Bilinen ve adlandırılan kaç renk var” diye soracak olsa, buna doğrudan cevap vermek çok zor. Daha ilkokuldan itibaren “ana renkler”den bahsedilir ama bunların sayısı üzerinde bile mutabakat yoktur. Aşağıda anlatacağım renk teorileri arasında görüleceği üzere Tobias Mayer ve Yon Helmholtz her şeyin temelinde üç rengin olduğunu iddia ederken, bugün gelinen noktada çoğu yerde sarı, kırmızı ve mavi ana renk olarak anılır, diğer renklerin bunların karışımından meydana geldiği söylenir. İyi de siyah ve beyaza ne demeli? “Efendim, siyah ışığın kaybolmasıyla ortaya çıkar, renk değildir. Beyaz ise aslında ışık demektir ki o da pek çok rengin birleşiminden oluşur” ifadesini hiç duymadınız mı? Peki monitör gibi elektronik cihazların ışık kullanarak renk yaratmasını sağlayan ve “RGB” olarak anılan model sadece üç renge, kırmızı (red), yeşil (green) ve maviye (blue) bağlı değil mi? Ama matbaacılıkta en güzel renkli baskıları elde etmek için dört renk kullanılıyor! Bunlar da cam göbeği (cyan), mor/eflatun (magenta), sarı (yellow) ve anahtar renk denilen siyah (key/black). İşte size CMYK kombinezonu. Şunlardan bahsediyorum:
Kafanızı iyice karıştıracak ama üç ana renk vardır, yok dörttür, hayır beştir, hepsi yanlış aslında yedidir sayıları ve bunların karışımından şu sayıda renk oluşturulabilir falan, filan derken günümüzde bilgisayar teknolojilerinde erişilen son noktada “heksadesimal”[i] değerlerle 16.777.215 renge ulaşıldığını belirteyim ve bu sayı konusunu noktalayayım.
Yukarıda renk kavramının bilimsel olarak en temel ve en basit açıklamasını vermiştim. Bundan sonra bahsedilmesi gereken ise tarih boyunca renkler üzerinde geliştirilmiş olan teoriler. Rengin ne olduğunu, renkler yelpazesini falan anlamak belki kolay ama iş renk teorisine gelince olay karmaşık ve derin bir hale geliyor. Çünkü teorilerin temelinde hem bilim hem de sanat yatıyor. Belki herkes için değil fakat özellikle renklerle uğraşan sanatçılar, tasarımcılar, modacılar, dekoratörler, boyacılar gibi alanlarda faaliyet gösterenler için temel renklerin sayısı dört mü yoksa yedi mi, hangileri karıştırılınca hangi renk elde edilir, hangi renkler birbirleriyle uyumludur, hangisi hangisini tamamlar, vs., vs., sonsuz soruların önemini düşünün. Bu nedenle geçmişten bugüne bilim insanları, ressamlar, yazarlar, filozoflar ve daha kimler kimler renklere kafayı takmış ve bunlarla ilgili teoriler geliştirmiş. Yazı sınırlarım içinde ben bunlardan ancak bazılarından, kendimce en çarpıcı gördüklerimden bahsedebileceğim.
Tarih boyunca Çin’de, Hindistan’da, Mısır’da renkler üzerinde fikir yürütülmüş, hatta bunlar günümüze kadar gelen efsanelerde, destanlarda bile yer almış. Ama ait olduğumuz coğrafya ve içinde hâlâ bütünüyle olmasa bile bir şekilde yer aldığımız (ya da benim gibilerin üzerinde ısrarlı olduğu) Batı uygarlıklarının geçmişinde renk hakkındaki ilk çalışmanın kökeni bir sürü konuda olduğu gibi yine kadim Yunan’a dayanıyor. Pek çok kaynağın sadece Aristoteles’e mal ettiği, fakat zaman içinde sadece onun değil, Atina’da kurduğu Peripatetik[ii] Felsefe Okulu mensuplarının hep birlikte yazdığı anlaşılan “Renkler Hakkında” başlıklı çalışma ulaşılabilen en eski kaynak. Doğada renklerin hareketliliği üzerinde yapılan çalışmalar ardından geliştirdikleri teori, bütün renklerin karanlık ve aydınlık (siyah ve beyaz) arasında yer aldığını, dört temel rengin dört elementten, yani ateş, hava, su ve topraktan........
© T24
visit website