Barış hakkı diye bir hak
Diğer
07 Mart 2024
Savaşlar ve savaş hazırlıkları sürüp giderken barış hakkından söz eden ne kadar da az kimse var! Milyonda bir bile değiller bu kimseler, insan hakları ve barış savunucuları ile gerçek hukukçulardan ibaretler. Resmî şahsiyetler sevmez zaten hak hukuk konuşmayı, ne de olsa insan hakları herkesi devletlerin o korkutucu gücüne karşı korumak amacıyla vardır.
Ama "barış hakkı" konusuna geçmeden önce, daha doğrusu geçebilmek için, kısaca da olsa sermaye birikimi ile silah tekellerinin ilişkisine değinmeliyim sevgili Rosa Luxemburg. Sizin isabetle tahmin etmiş olduğunuz gibi sermayenin imparatorluğu köşe bucak yayılmadığı yer bırakmadı yeryüzünde. Sizin zamanınızda henüz fethedilmemiş daha epey yer vardı. Siz faşizm yıllarını göremediniz, çünkü 1919'da öldürülmüştünüz. Eugene Varga ise 1964'e kadar yaşadı, ve sizinle bazı noktalarda farklı düşünmüş olsa da özellikle sermayenin iki türü konusundaki kuramı açısından burada ona bir kez daha başvurmadan geçemiyorum.
Varga kabaca diyordu ki faşizmin asıl sermaye desteği ağır sanayi sektörünün kodamanlarından gelir, çünkü onların müşterileri diğer ağır sanayiciler ile devletlerden ibarettir. Başka bir deyişle ağır sanayicilerin geniş kitlelere ihtiyacı yoktur. Tüketim malları üreten sanayilerin müşterileri ise geniş kitlelerdir ve yaygın tüketim mallarını satmak isteyenler kitlelere hiç değilse belirli ölçülerde iyi koşullar sağlanmasından yana olabilirler...
Bu argümanın tarihsel ve kuramsal açıdan her şeyi tam bir isabetle açıkladığı söylenemese de, genel çizgileri içinde işin nesnel-sınıfsal yönüne ilişkin bir bakış açısı sağladığı doğrudur.
Tartışma uzun, tarihsel koşullar bu şemayı aşacak ölçülerde karmaşık, ancak burada en azından silah tekellerinin neden demokrasiye ihtiyaç duymayacaklarını ve kitlelerin demokratik taleplerini desteklemeyeceklerini, hatta gizli-açık savaş kışkırtıcılığından geri durmayacaklarını gösteren bir yön olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Bugünkü koşullarda Birleşmiş Milletler'in işlevsizliği bu kadar çok vurgulanıyorsa, bunda sermayenin bu ikili yapısının hiç rolü olmadığını düşünmek mümkün mü? BM'nin işlevselliği büyük bir mücadele alanı değilmiş de, bir yazgıymış, yapacak bir şey yokmuş gibi konuşuluyor, yalnızca yakınma kipinde. Başta yaşam hakkı olmak üzere, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden bu yana BM çerçevesinde birkaç "kuşak" halinde kabul edilmiş bireysel ve kolektif tüm haklar bombaların, ihaların ve tank paletlerinin altında ezim ezim ezilirken barış hakkından söz etmek çok mu nazenin kalıyor?
Zaten "barış hakkı" diye bir hak mı var ki?
Evet, aslında yaklaşık sekiz yıldır, dünya insanları ve kolektifleri olarak bizim resmen ve açıkça "barış hakkı" adlı bir hakkımız var! Bu hak, söylemesi........
© T24
visit website