menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İki cepheli mücadele

59 21
03.03.2024

Diğer

03 Mart 2024

Yüz yıllık Cumhuriyet hayatımız sessiz sakin, ferah fahur geçti mi? Geçmedi. On yılda bir sabah yeni bir darbe ile uyanmak derli toplu bir politik hayat geçtiği mesajı vermiyor. Bu "kesintiler", bu inişler, bu çıkışlar her şeyden önce Cumhuriyet rejimini oturtmak üzere yapılmıştı. "Artık bu arızalı gidişin sonu geldi mi?" diye düşünürken iki binli yıllarla AKP'li politik döneme girdik. Bu dönem, batılılaşma/modernleşme çabalarıyla geçen bütün yılların karşıtıydı. "Cumhuriyet değerleri" bir türlü yerleşemeden o değerlerin karşıtını savunan bir rejime yerini bıraktı -yani bıraktığı izlenimini veriyor.

Böyle bir tarihi seyir olabilir mi? Olabilir. Nitekim, oldu.

Peki, şöyle diyebilir miyiz? "Bir topluma alışık olmadığı bir kostüm giydirmeye çalıştılar. Olmadı. Bünye reddetti. Sonra, bildiği kostümü giyenler "başa geçti"; toplum huzur buldu."

Hayır, diyemeyiz. Toplum huzur bulmadı. Tersine tarihinin en huzursuz evresine girdi. Söz konusu olan iki karşıt güçten hiçbirine bağıtlanmadan olayı izleyen birinin vereceği hüküm herhalde bu olacaktır. Çünkü şimdiye kadar "baskın" olagelmiş "batılılaşmacı/modernleşmeci akım da yapay bir yama değildir, bu topluma özgü birtakım dinamiklerin ürünüdür. Oradan gelen direnişin de otantik temelleri var.

Yani, yüz yıllık tarihimizin asude bir biçimde geçtiğini söyleyemeyiz ama şimdiki dönem kadar sorunlu bir ortamda kalmamıştık. "Sorun" dediğimiz şeyler alışık olmadığımız şeyler denebilir: Anayasa Mahkemesi'nin terörizmle suçlandığı bir dönem hatırlamıyorsunuz. Buna benzer daha neler var, neler oluyor, ama bu örnek durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor.

"Alışık olmadığımız sorunlar"... Evet, hayatımızı karartan politik gidişatı ve bundan sorumlu olan politik kişileri görüyoruz, bunlarla mücadele ediyoruz, etmeye çalışıyoruz, ama tam olarak neyle karşı karşıyayız, muhalefet ettiğimiz toplumda nerelerden güç ve destek alıyor, bilmiyoruz. Kutuplaşmanın temelinde yatan şey, son analizde, bir sınıf mücadelesi mi, yoksa bir kimlik kavgası içinde miyiz? Olayları izliyoruz, anlamlandırmaya çalışıyoruz, ama toplumun davranışlarını anlamakta zorluk çekiyoruz. İktidar dört elle kendi zenginlerini daha zengin ve güçlü kılmaya çalışıyor. Bu politikalar altında ezilen yoksul kesimler oylarıyla AKP'yi iktidarda tutuyor. Hâli vakti yerinde kesimler "sol" olduğunu iddia eden partilere oy veriyor, yoksul kesimler AKP'nin güdümünde. Yığınla şaşırtıcı örnek sayılabilir.

Bu ortamda Mehmet Yılmaz'ın ve Bekir Ağırdır'ın yazıları dikkatimi çekti. Mehmet, bütün bu şaşırtıcı fenomenlerle birlikte sonuçta bir "sınıf kavgası" içinde olduğumuzu söylüyordu; Bekir kavga konusunun kimlik alanında koptuğunu ileri sürüyordu. Derken Mehmet politikada bütün büyük çapta mücadelelerin üleşimden alacağı payı büyütmeye çalışan sınıfların mücadelesi olduğunu açıklayan bir yazı yayımladı ki bunun yanlış olduğunu iddia etmak mümkün değil.

Evet, öyle. Ama Türkiye'nin yakın tarihinin kendine özgü bir "biçim alışı" süregiden mücadeleye kendi mührünü de vuruyor. Burada batılılaşma/modernleşme sürecinin oynadığı rol önemli ve iki mücadele üst üste gelmiş durumda. Tayyip Erdoğan'ın "destekçisi" dediğimiz zaman burada MÜSİAD'ın üyesi ya da sempatizanı olan, "muhafazakâr" olduğunu söyleyen kesim belirleyici bir rol oynuyor; ama gelir düzeyi düşük bir kesim de öteden beri AKP'nin ya da AKP benzeri siyasi hareketlerin tabanını oluşturuyor. Bu taban, paralısı, parasızı, AKP'ye ya da onun gibi partilere bağlanmasının........

© T24


Get it on Google Play