Futbol medyasının zaafları
Diğer
10 Haziran 2024
Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk’un, Fenerbahçe’ye yönelik “Ananızı…” diye başlayan küfürlü tezahürata katılmasını ve futbol medyasının tutumunu eleştirmiştim. Bu eleştirime GS'li bir taraftardan “Ali Koç, Ali Sami Yen’e edilen küfürlere tempo tutarken sesiniz çıkmıyordu” yanıtı geldi. Harun Bilecek adlı okur da özetle şu değerlendirmede bulundu:
“Bu şarkı, tezahürat olarak FB’liler tarafından ‘Şinanay yavrum sana şinanay… çocuğu Galatasaray’ olarak dillerde ve özellikle birkaç bin FB taraftarı uzun uzun bu tezahüratı GS Ram Park’ta yaptığından, Okan Buruk’un içine işlemiş olmalı.”
Doğru olabilir bunlar, FB’li taraftarlar da Sezen Aksu’nun güzelim “Şinanay” şarkısını GS’ye karşı küfür tezahüratı haline dönüştürmüş olabilirler. Ama zaten mesele tam da bu. FB’liler yaptığında da yanlıştır küfürlü tezahürat, GS’liler yaptığında da. Zira küfürlü, hakaret ve aşağılama içeren tezahüratlar taraftarları birbirine düşman haline getiriyor.
Maalesef futbol medyası bu küfürlü tezahüratları görmezden geliyor, karşı çıkmıyorlar. Oysa futbol medyasının bu tür düşmanlaştırıcı tezahüratların üzerine gitmesi, kim yaparsa yapsın eleştirmesi gerek. Futbol sahalarına barışın gelmesi için zorunlu bu.
Nitekim eleştirilerden kendine ders çıkaran Okan Buruk, küfürlü tezahürat nedeniyle “Şampiyonluk kutlamalarında abarttığımız yerler oldu” diyerek özür diledi. Futbol camiasında eşine az rastlanan bu özür çok değerli.
Taraftarlıkla hareket edip, eleştirel yaklaşım sergileyememek futbol medyasının en büyük zaafı. Başka bir zaafını da FB’nin yeni Teknik Direktörü Jose Mourinho daha ilk basın toplantısında fark etti. “Sorular kısa olmalı” diye uyardı gazetecileri.
Ben de dinledim biraz futbol yazarlarının sorularını. Soru sormak yerine söylev çekiyorlardı gerçekten. Soru sormak yerine kendilerini gösterme çabası içine girmişlerdi. Futbol yazarları ekranlarda “Konuşan kafa” haline gelirse olacağı bu...
“Sözde”, gazetecilerin diline pelesenk olmuş bir sıfat. 1980’lerde devletin “Sözde Ermeni soykırımı” adlandırmasıyla başlayıp zaman içinde gazetecilerin diline pelesenk olan “sözde” sözcüğü artık bir etiket gibi olur olmaz her yere yapıştırılıyor.
Son olarak MHP’nin gazetesi Türkgün’ün manşetinde “Sözde Hakkâri Belediye Başkanı” olarak gördüm “sözde”yi. Anadolu Ajansı’nın “Irak'ın kuzeyinde aralarında sözde yöneticilerin de bulunduğu 16 PKK'lı terörist etkisiz hale getirildi” başlığında da kullanılmıştı bu sözcük.
Oysa sözde sözcüğünün anlamı “Gerçekte öyle olmadığı hâlde, öyleymiş gibi kabul edilen”, “sözüm ona”, “güya”. Bu durumda “PKK yöneticisi”nin önüne “sözde” sözcüğü konulduğunda “Gerçekte PKK yöneticisi olmadığı halde öyle kabul edilen” denilmiş oluyor! Yani söylenmek istenilenin tam tersi... Hakkâri Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış da öyle “sözde” falan değil, bilakis seçilmiş, yasal olarak o görevi hak etmiş bir kişi.
Geçenlerde Sabah’ta “PKK'nın sözde Almanya sorumlusu Saim Çakmak yakalandı” haberi vardı. “Sözde” demeden doğrudan “PKK/KCK Almanya yapılanması sorumlusu” diye yazılsa PKK/KCK övülmüş mü olurdu? Elbette ki hayır. Türkçe açısından doğrusu bu olurdu.
Türkiye gazetesinin bir haberinde de “Polisin, Zirek kardeşler ile Alabaylar suç örgütlerinin konsey toplantısı sırasında baskın yaptığı” belirtiliyordu. Bu haberde “sözde konsey” denilmemişti! Independent Türkçe de bir haberinde “DHKP-C'nin Türkiye sorumlusu 2017'de de yakalanmıştı” diye yazıyordu. “Sözde” demedikleri için yanlış mı? Kesinlikle hayır.
Haberleri bu “sözde” alışkanlığından kurtarmalıyız. Gazeteci, devletin resmi dilini kullanmaz. Yalın ve rahat anlaşılır bir Türkçe yerine resmi terminolojide ısrar etmek “sözde habercilik” olur.
TRT ve Halk Bankası, erişim engeli kararlarıyla ayıp örtmeye çalışırken daha vahim yanlışlar yaptı. TRT Spor’un, Kadın Milli Voleybol Takımı’nın ABD’deki maçında bir kadın izleyicinin sevinç anında meme ucunun birkaç saniye görünmesini “rahatsız edici bir durum” olarak nitelendirmesi,........
© T24
visit website