menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sesle konuşulur ama sözle dokunulur

28 3
14.04.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

14 Nisan 2024

Önceki hafta, sözlükleri dolduran kelimeleri tanımlamak için Nâzım Hikmet'in "kara dallar gibi ölüler" dizesini ödünç almıştım ve "masamdaki sözlüğe bir tabuta bakar gibi oluyorum bazen" diye yazmıştım. Bu cümleyi bilgisayarımın parlak yüzeyine düşürürken, bir anda "eğer kelime ölürse anlam yaşar mı?" diye mırıldanmış ve hemen yanı başımdaki defterime bunu not etmiştim. Sanırım, kelimeler ölünce anlam da canlılığını yitiriyor ve soluyor. Kelimeleri diri tutmaksa onları anlamca zenginleştirerek kullanmaya bağlı. Çalışma masamdaki sözlük kara bir dal gibi duran, sadece temel anlamını taşıyan sözcükleri barındırıyorsa da odamın duvarlarını kaplayan kitaplığımdaki roman, öykü ve şiir kitapları tam tersine, capcanlı bir hayatı işaret ediyor aynı kelimelerle. Evet, aynı kelimelerle! Biz buna edebiyat diyoruz. Yani, sözlüklerde kara bir dal gibi yatan sözcüklere can üflemek. Başka bir deyişle, kendi halinde, sıradan kelimeleri bir büyüyle bir araya getirip parlak bir anlama dönüştürmektir edebiyat.

Bir zamanlar, edebiyata, hayata bakışını önemsediğim, değer verdiğim bir arkadaşımla zaman zaman yazışırdık; birer ateş böceği gibi uçuşan fikirleri o not eder ve sonra bana verirdi. Sözcükler ve anlamları üzerinde çok dururduk. Notlarıma bakıyorum: "Sesle konuşulur ama sözle dokunulur" demişiz, bir keresinde. Tıpkı, önceki hafta alıntıladığım Umberto Eco'nun sözcükleri, ruhu delip geçen bir bir oka benzetmesi gibi. Sözler bir araya gelip bir öyküde, bir romanda, bir şiirde buluşunca ses olmayı aşıp ruhu delip geçerek bir anlama dönüşüyor ve insana dokunuyor gerçekten.

Bir başka notta; "Kalpten kalbe olduğu gibi sözden söze de bir his akışı var" demişiz arkadaşımla. Tam da öyle. Kalpten kalbe derken aslında ortada eskimiş bir klişe var ama sözden söze his akışı hiç eskimez. Orhan Pamuk, roman yazarken içindeki en kuvvetli dürtünün, bildiği bazı konuları kelimelerle görmek olduğunu söyler. Devamında da "roman yazmak kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmaktır" der. Kitaplığımızda öylece, sessiz duran romanlar, her sayfasındaki parmak izlerimizle sadece okunmuş olmayı değil zaman ve mekân ötesinde sözden söze bir his akışını sağlamış olmayı da kanıtlar. Nerede, nasıl, ne durumda yazıldığını hiç bilmediğimiz bir öykü, o arkadaşımın........

© T24


Get it on Google Play