menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir türlü bulamadığımız o net görüntü

10 1
28.01.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

28 Ocak 2024

Toplumların hayatı ve zaman içindeki akışı büyük altüst oluşlarla, savaşlar ya da devrimlerle değişir ama gündelik hayatın içine girildiğinde büyük değişimlerin hiç beklenmedik, bambaşka alanlarda da gerçekleşebileceği ve hatta daha etkili olabileceği görülür.

1970'lerin ilk yarısında beklenmedik biçimde gelen büyük değişimin çatılardan pencerelere, sokaklara yayılan bir sesle sembolize edilebileceği kimin aklına gelirdi:

"Oldu muuu?"

"Çevir, çevir, olmadı. Çok bozuk, az daha."

Pazar sabahı çatıda, yeri göğü inleterek, komşuları uyandırma endişesi duymadan bağıran evin yeni yetme oğludur… Pencereden çizgili pijamasıyla uzanan ise babadır muhtemelen; sinirlidir, neden olmuyor, kayıyor, karlanıyor ekran! Güzelim kovboy filmi güme gitti! Evin oğlu, ucunda enlemesine çubuklardan yapılmış televizyon anteni olan uzun, demir çubuğu zor bela sağa sola çevirir, kulağı babasında. Bir noktaya geldiğinde evden sevinç çığlıkları yükselir: "Oldu…Oldu…"

Türkiye'de televizyon yayıncılığının başlamasının tarihi 31 Ocak 1968 olarak geçti kayıtlara. Bu başlangıç, o anlara tanık olanlarca çok anlatıldı ama Anadolu'da hayatı nasıl hızla ve ne yöne doğru değiştirdiği, bu değişimin bugüne nasıl yansıdığı üzerinde yeterince durulmadı, diye düşünüyorum. O güne kadar pek bilinmeyen, batıya gidenlerin tarif etmeye çalıştığı ama dinleyenlerin pek anlamadığı, dudak büktüğü ve en sonunda "Radyonun görüntülüsü" tanımında birleşilen televizyon, Ankara, İstanbul gibi kentlerde sınırlı sayıda izleyiciye seslendi birkaç yıl. Fantastik bir aygıttı, görenler için.

Entelektüel kesimin, "beyaz perde"ye göndermeyle "beyaz cam" dediği televizyon, Anadolu'ya ilk yayından dört beş yıl sonra girebildi ancak. O dönemde "taşra" bambaşka bir dünyayı yaşıyordu. Sinema, on yıllar önce yaşamımıza katılmış ama hayatı değiştirmemiş, yalnızca gündelik alışkanlıkları zenginleştirmişti. 1960'ların melodramları kısmen halk hikâyelerine benziyordu. Bu filmlerde boy gösteren Belgin Doruk, Ayhan Işık, İzzet Günay vd., Leyla'dan Mecnun'a, Kerem'den Aslı'ya, belleklere işlenmiş kahramanları andırıyorlardı. Tek fark geçmiş yüzyılların muhayyilesinde canlanan saraylar yerine İstanbul yalılarının, bahçeli evlerinin, boğaz kıyılarının perdeye yansımasıydı. Birbirine benzer temalarla kendimizi yabancı hissetmediğimiz bir dünyayı anlatıyorlardı. Radyo zaten vazgeçilmez bir sesti eskiden beri; ancak kimse, büyülü sesiyle şarkılar söyleyen Zeki Müren'i bir gün o kutunun içinde görebileceğini düşünmüyordu!

Her mahallede, sonra her sokakta bir iki eve televizyon girince bir anda ilişkilerin şekli değişti. Hayat inanılmaz bir hızla dönüştü. Ayfer Tunç'un o şahane kitabına ad olan "Bir maniniz yoksa annemler size gelecek" klişesi, önce salı akşamları Türk sineması........

© T24


Get it on Google Play