menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

"Kürtçe konuşma, jandarma gelir!"

38 43
16.08.2024

Diğer

16 Ağustos 2024

T24'te okudum haberi, çok üzüldüm.

Tarık Ziya Ekinci, 99 yaşında vefat etti.
1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi'nden
Diyarbakır milletvekili seçilmiş olan Ekinci,
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yüksek Onur Kurulu üyesiydi

Tarık Ziya Ekinci'yle 2003 yılında çıkan
Kürtler kitabımı yazarken konuşmuştum.

Tarık Ziya Ekinci

* * *

İstanbul, 14 Eylül 1999

Bir Kürt aydını olan Tarık Ziya Ekinci’yle Kadıköy’de, Şaşkınbakkal’daki evinde bir sohbet.

Kürtçe 1925’te yasaklanmış.

Tarık Ziya Ekinci 1925’te Lice’de doğmuş.

1925 yılında çıkan ve Kürtçe’yi yasaklayan Şark Islahat Planı’nın 41. maddesinde Doğu ve Güneydoğu illeri tek tek sayıldıktan sonra şöyle denmiş:

“Hükûmet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe’den başka dil kullananlar, hükûmet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.”

Tarık Ziya Bey anlatıyor:

“1932-1933 yılları. İlkokuldayım. Sekiz on komu, yani mezrası olan Karahasan Mahallesi’nde yaşıyoruz. Komlardan Lice’ye gelirdi köylü. Çarşıya yumurtasını, peynirini, yoğurdunu getirirdi. Pazarda Kürtçe konuştu diye jandarma gelir, elinden parasını alırdı. Bu bana çok acı geliyordu. Kürtçe konuşmak da yasaktı o zamanlar. Babam beni arada bir çarşıya gönderirdi. Komlardan gelen akrabalara Türkçem’le göz kulak olayım diye. Onlar bir köşede durur, esnafla hiç konuşmazlardı. Ben onlarla fısıl fısıl konuştuktan sonra esnafa gider pazarlığı başlatırdım. Böylece çarşı pazardaki Kürtçe yasağı delinmemiş olurdu. Ben de akrabalarıma yardımcı olduğum, onları jandarma cezasından kurtardığım için sevinirdim.”

Tarık Ziya o zamanlar bu yasağa fazla akıl erdiremez. Babası da hiç konuşmaz onunla bu konuyu.

“Çocukken belleğinize kazınmış, sizde iz bırakmış neler var ?..”

Ömür boyu Kürt davasının içinde bulunmuş, solda siyaset yapmış, 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilerek Parlamento’ya girmiş, hapsi tanımış, esas mesleği tıp doktorluğu olan Tarık Ziya Ekinci’nin cevabı:

“İlk hatırladığım mı ? Okula daha başlamamıştım. Hayal meyal hatırlıyorum. O zamanlar Lice dağın eteklerine uzanırdı. Tepeye kadar teras teras. Bizim mahallede bir cami vardı. Jandarma mitralyözlerini caminin toprak damının üstüne kurmuştu. O mitralyözlerin güneş altında nasıl parıl parıl parladığı gözümün önüne gelebiliyor hâlâ...”

Çocukluk hatırası olarak silah...

Devam ediyor Tarık Ziya Bey:

“Hafızama kazınmış bir başka şey var. Yazları kaldığımız mezraya jandarma gelirdi. Suyun başına oturur haber gönderirdi: ‘Bize yemek gelsin !’ Sadece ayran, ekmek gelirse, beğenmez, bağırır çağırırlardı. Ayranı döker, kadınları iteklerlerdi. ‘Tavuk kessin!’ derlerdi. Kadınlar Türkçe bilmez, telaşlanırlardı.

Bir şey daha hatırlıyorum çocukluktan. Altı yedi kardeştik. Ben ortaokul öğrencisiyim. Jandarma gelince, yanlarına varıp onlarla Türkçe konuşmaktan hoşlanırdım. Bir seferinde yine yanlarına gitmiştim. ‘At bul !’ dediler. Halama gittim. ‘At yok’ dedi. Halama ağır hakaret etti. Halam, Türkçe bilmese de hakareti fark etti ve o da tepki verdi, Kürtçe küfretti. Bununla kalmadı, küreği eline alınca, jandarma da davranıp dipçikle halama vurdu. Bunu hiç unutmadım. İçim buruldu. Biz köylüyüz, onlar şehirli diye kendi kendime izah etmeye çalıştım bunları. Üniversiteye gelinceye kadar böyle düşündüm.”

Yıl 1942-1943.

Tarık Ziya Ekinci İstanbul’a, üniversiteye gelir. On sekiz yaşındayken İstanbul Tıp Fakültesi’ne girer. Milliyetçilik düşüncesiyle nasıl ilk kez karşılaştığını şöyle anlatıyor:

“Elbise palto verdiler. Sağlık Bakanlığı finanse ederdi. Sonra dört yıl da mecburî hizmet vardı. Yurtlar da bakanlığa aitti. Yatılı yüz altmış öğrenciydik. Para verilmez, ihtiyaç karşılanırdı. İstanbul Tıp Fakültesi’nde ilk defa milliyetçilik düşüncesiyle tanıştım. Nihal Atsız’ın makaleleri kürsüden yüksek sesle okunurdu. Dinlemeyen birini gördükleri vakit, ‘Hah işte bak bir komünist !’ derlerdi. Anlamıyordum ne olduğunu... Diyarbakır’da lisede okurken, gazete nedir bilmezdik. Hiç görmedim o kadar yıl. Hatırlıyorum, edebiyat öğretmenimiz, ‘Bir de gazete var’ diye bir laf etmişti.

Bir gün, tıp öğrencisi Niyazi bir sohbette bağırmıştı, ‘Türkçe bilmeyen Türk değildir, bu ülkede onların yeri yoktur !’ diye... Ben de ‘Sen ne diyorsun yahu ?’ diye bağırmıştım, ‘Benim halalarım Türkçe bilmiyor. Öyleyse onlar da, ben de Türk değiliz, yerimiz yok.’ Niyazi’den ‘Bana göre öyle’ cevabını alınca, bu benim benliğimde yara açtı. Yarım yüzyıl geçti hâlâ unutamadım o sahneyi...

Böylece bende muhalefet fikri, duygusu uyanmaya başladı. Dışa vuramıyorum, şekillendiremiyorum, nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Ama içimde bir tepki, bir muhalefet duygusu tomurcuklanıyor. Bu arada yıl 1945, İkinci Dünya Savaşı bitmiş, Türkiye çok partili rejime doğru yol alıyor. Nuri Demirağ’ın partisi var, yeni kurulmuş. Muhalefet dedik, ona oy verdik. Çünkü Halk Partisi’nden farklı bir şey söylüyor. O yıllarda okumaya başladım. Demokrat Parti kurulmuş, büyük coşku yarattı. Düzene muhalefet var. Aziz Nesin ile Sabahattin Ali’nin Marko Paşa’ları, Zincirli Hürriyet’ler... Yurtta, çocukların yanında okumuyorum. Haksızlıklar nedir, özüne inmeye çalışıyorum.

Yazın Lice’ye gittim. Bir de baktım, babam CHP’ye girmiş, ilçe başkanı olmuş. Caminin önünde akşam vakti sohbetler yapılır. Kürsülere, yani taburelere oturulur,........

© T24


Get it on Google Play