Benjamin Arditi ile söyleşi: "Popülizm diye bir şey var mı?"
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
07 Temmuz 2024
Türkiyeli okurların Liberalizmin Kıyılarında Siyaset (Metis, 2010) kitabıyla tanıdığı Paraguaylı siyaset bilimci Benjamin Arditi, siyaset teorisi alanında günümüzün önde gelen düşünürlerinden.
Arditi, geçtiğimiz Mayıs'ta değerli meslektaşım Doç. Dr. Ertan Erol'un yürüttüğü bir proje kapsamında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde bir seminer verdi. Seminer, Arditi'nin bu sonbaharda Routledge etiketiyle yayımlanacak olan "Is There Such a Thing as Populism? 3 Provocations and 5 1/2 Proposals" / "Popülizm Diye Bir Şey Var mı? 3 Provokasyon ve 5 Buçuk Öneri" başlıklı son kitabı üzerineydi.
Arditi ile yine aynı proje kapsamında Ertan Erol'un organize ettiği ve Ankara Üniversitesi'nden Dr. Öğretim Üyesi Kâzım Ateş'in de katıldığı bir panelde bir araya geldik. Kendisiyle hem popülizmle ilgili teorik tartışmalar hem de güncel Amerika ve Avrupa siyaseti üzerine konuşma fırsatı bulduk.
Arditi ile son kitabından yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz söyleşinin popülizm tartışmaları açısından faydalı olacağını umuyorum.
- Bu yıl yayımlanacak olan "Popülizm Diye Bir Şey Var mı? 3 Provokasyon ve 5 Buçuk Öneri" başlıklı kitabınızı merakla bekliyorum. Başlığın kendisi oldukça ilgi çekici. Bu başlığı seçme nedeninizle başlayabilir miyiz?
Elbette. Popülizm üzerine 2004, 2005 ve 2010 yıllarında makaleler yayımlamıştım. Biri Margaret Canovan'a bir yanıt şeklindeydi, diğeri popülizmin demokrasi ve temsil ile bağlantılarının kuramsallaştırılması, üçüncüsü ise Ernesto Laclau'nun popülizm kuramının bir eleştirisiydi.
Yazdıklarımdan hâlâ memnunum, ancak hep bir şeylerin eksik olduğunu, popülizmin ne olduğunu tam olarak çözemediğimi hissettim. Uzun bir süre konu hakkında okumayı bıraktım ve popülizm üzerine konuşma yapma veya kitaplara katkıda bulunma davetlerini reddettim.
Bu durum 2019'da Carlos de la Torre'nin (kendisi arkadaşım olur) yayımlandığı bir kitap için eleştiri yazmam istendiğinde değişti. Kitabın bölümleri, popülizm teorilerini, ülke örneklerini, popülizm-medya ilişkisini ve popülizmin faşizm, demokrasi, etnisite vb. ile bir bağlantısı olup olmadığını inceliyordu.
Kitabı okumanın ve kitap eleştirisi üzerinde çalışmanın, ben başka şeylerle uğraşırken alanda neler olduğunu öğrenmek için iyi bir yol olacağını düşündüm. Ancak bölümleri okurken, daha önce duyduğum rahatsızlığın aynısını hissettim ve şöyle düşündüm: Belki de yanlış araştırma sorusunu sorduğumuz için böyle hissediyordum.
"Popülizm nedir?" diye sormuştuk ki bu soru, popülizm diye bir şeyin olduğunu varsayıyordu. Oysa soru, "Popülizm diye bir şey var mıdır?" olmalıydı.
Bu ikinci formülasyon başka olasılıkların da önünü açtı: Popülizm diye bir şey belki vardır belki de yoktur. O zamanlar elimde sadece bu vardı; bir önsezi. Kitabı bu önseziyi geliştirmek için yazdım.
- Başlıkta geçen provokasyon ve önerilerden de bahsedebilir misiniz?
"Popülizm diye bir şey var mı?" sorusu üzerine düşünmeye başladığımda aklıma ilk gelenler, başlıkta geçen üç provokasyon oldu: kavramdan vazgeçmek, kavramı siyasi rakipleri diskalifiye etmek için kullanmak ya da kavramı artık geçerli olmayan tarihsel bir deneyim olarak ele almak.
Bunlar popülizm çalışmalarının konfor alanını sarsmak içindi. Ardından, popülizm çalışmaları ve genel olarak siyaset bilimi araştırmaları için faydalı olabilecek metodolojik öneriler üzerine düşündüm. İlk başta iki ya da üç öneri vardı ama yazdıkça beş buçuğa çıktı. Araştırma yaparken bu oldukça yaygın bir durumdur. Genel bir fikriniz vardır ancak hangi yöne gideceğinizden veya yazdıklarınızdan ne çıkacağından asla emin olamazsınız.
Öneriler şunlar: Biçimcilikten kaçının, teorilerinize normatif kriterler eklemeyi unutmayın, siyasi olguları anlayabilmek için bağlamı ve konjonktürü dikkate alın, polemikleştirme pratiği yoluyla "halk" ve "elitler" gibi kavramları belirginleştirin, farklı bakış açılarının halkın ve elitlerin rolüne ilişkin anlayışı etkileyeceğini unutmayın ve siyasi alanın iki karşıt kampa bölünmesini bir norm olarak değil, özel bir çatışma durumu olarak ele alın, çünkü "biz" ile "onlar" arasında nadiren net bir siyasi sınır vardır ve genellikle eşzamanlı olmayan, süreksiz siyasi savaşlara dalmış durumda oluruz.
- Verdiğiniz seminerden anladığım kadarıyla, kitabınızda popülizme ilişkin yaygın anlayışa itiraz ediyorsunuz. Özellikle de karizmatik liderliğin ve kurulu düzen karşıtlığının (anti-establishment) popülizm ile ilişkisini sorguluyorsunuz. Bu bakış açısının popülizm çalışmalarına nasıl bir faydası olabilir?
Okuyucuların bunu faydalı bulup bulmayacağını bilmiyorum. Umarım bulurlar. Popülizm sözlüğünün tanıdık kavramları var: halk, güçlü liderler, kutuplaştırıcı söylem vb. Kitap, insanların bu kavramları her duyduğunda "Popülizm!" diye bağırmasına neden olan otomatik pilotun kapatılmasına yönelik bir davet içeriyor.
Kitaptaki öneriler, araştırmacıların popülizme (eğer böyle bir şey varsa) farklı bir perspektiften bakmasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Örneğin, kurulu düzen karşıtı (anti-establishment) söylemle halkın kutlanmasının bir araya gelmesi tipik bir popülizm vakası mıdır yoksa farklı bir şey de söz konusu olabilir mi, bunu incelemek gerekiyor. Zira söz konusu olan, kendilerini sömürenlere karşı çıkan halkın sınıf temelli bir inşası da olabilir.
- Biraz da popülizmle ilgili teorik tartışmalara değinelim. Siz, Arjantinli post-Marksist teorisyen Ernesto Laclau'nun öğrencisiydiniz. Ancak Laclau ile aranıza mesafe koymayı tercih ediyor ve Jacques Rancière'e daha yakın duruyorsunuz. Panelden önce değerli meslektaşım Kâzım Ateş size "Neden Laclau değil de Rancière?" diye sormuştu. Aynı soruyu ben de burada size yöneltmek isterim. Böylelikle paneldeki tartışmalar kısmen burada da yer bulmuş olur.
Laclau'nun hegemonya üzerine erken dönem çalışmalarından ve........
© T24
visit website