Çaldığı müzik aleti: "Teyip"
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
31 Aralık 2023
"Gerçekler her gerçek kadar kepaze, ne eksik ne fazla."
Hadrianus'un Anıları, Marguerite Yourcenar
Bana sorarsanız Ankara'nın iki önemli sembolü var.
Biri Atakule, evime çok yakın.
Zengin sayılacak bir semtteki bu alışveriş merkezi özgün mimarisi ve albenisi ile neredeyse Ankara'nın her yerinden görülebiliyor.
İkincisi ise okul yolumun üzerindeki Anıtkabir.
Ankara'nın dokusuna işlemiş, benim gri şehrimin ciddiyetini taçlandıran, ülkenin kurucu önderinin yattığı vakur bir anıt mezar.
O sabah da her sabah olduğu gibi trafik yoğunluğu başlamadan erkenden yola çıkıyorum.
Eski bir yıl kapanırken ışıltısıyla, alışveriş heveslilerinin iştahını kabartmaya çalışan Atakule, Londra ya da New York'taki bir mektup arkadaşından gelmiş kartpostal gibi.
Bölümde yalnızca pandeminin olduğu iki yıl ara verdiğimiz, eski yılı uğurlama yeni yılı karşılama sofrası kuracağız; ki o sofralar herkesin elceğiziyle yaptığı turşular, bazlamalar, bulgurlu, pirinçli salatalar, yeni nesil olanların "cheesecake"leri, mısır cipsli karışımları, emekliliğinde bile yetişen emektarlarımızın kalem gibi sarılmış dolmaları ile donanır.
Elimin altında kahvem, kulağımda müzik ile yolda olmak haline kenar süsü yaparak kendimi oyalamaya çalışıyorum.
Uğursuz bir savaşta ölen 12 gencecik çocuğun görüntüsü ve üzüntüsü ile alt üst olmuş benliğimi herhangi bir boşluğa asıp bir süre kendimden uzakta tutmak istiyorum
Anıtkabir civarındayken gözüm refüjde elindeki orak gibi aletle kuru yaprakları ayıklayan genç sakallı belediye işçisine takılıyor.
Sabah erken derslerimde en ön sırada ellerindeki yeni teknoloji aletlerden dersi izleyenleri izleyen arka sıra müdavimi genç, yorgun yüzlü, uykulu öğrencilerimin görüntüleri silikçe geçiyor gözümün önünden.
Henüz asistanlığıma başladığım 90'lı yılların başında da bu uğursuz savaş vardı.
12 Eylül askeri darbesinin generali hekimlere mecburi hizmet koydurmuştu.
Terörle mücadele başlığı altındaki bu savaşta gittikleri bölgede öldürülen tanıdığımız arkadaşlarımız da vardı.
İç hastalıklarına olan rotasyonumu yaparken benim sorumlu olduğum hastalarımdan biri lösemi teşhisi alan, henüz teskeresini almış genç, yoksul bir çocuktu.
O vakitler benim çalıştığım merkezde ilik nakli yoktu.
Bu teşhisi alan hastalar ölüm fermanı imzalamış gibi terörize olurdu.
Savaşın en yoğun olduğu bölgeden en soğuk mevsimleri de devirerek sağ salim dönmüş ama döner dönmez hastalanmıştı
"Bendeki şans mı abla! Vızır vızır kurşunlar, en yakınımdakiler öldü. Keşke ben de ölseydim, şehit olurdum" diye söylenir dururdu.
Bir öykü........
© T24
visit website