menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Soykırım kurbanının soykırım suçlusuna dönüşmesi

11 1
03.01.2024

Diğer

03 Ocak 2024

1945 sonrasında doğan kuşak olarak İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamadık. Ama İkinci Dünya Savaşı’na giden yolda neler yaşandığını, savaşın nasıl büyük bir yıkıma ve insani trajediye yol açtığını, acıyı hissederek öğrendik. Nazi rejiminin yükselişini anlamaya ve günümüz için ders çıkarmaya çalıştık. Faşizmin akıllara durgunluk veren vahşetini aklımıza not ettik. Totaliter rejimlerin çirkin yüzünü gördük. İnsan toplumunun bundan ders aldığını, artık demokrasi kültürüne ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkacağını varsaydık. Saflık işte!

80 yıl öncesinin siyasi aklı, daha savaş sürerken sonrasında geliştirilebilecek düzeni planladı. Savaşın bitiminde merkezinde Birleşmiş Milletler’in yer aldığı güvenlik mimarisinin temelini attı. İnsanlığa büyük acı getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumak amacıyla, insan onuruna, insan haklarına, adaletin korunmasına ve normatif yükümlülüklere saygının güvence altına alınacağı koşulların yaratılmasını amaçladı.

Uluslararası insan hakları ve mülteci hukukunu geliştirdi. Denetim mekanizmaları oluşturdu.

19. yüzyıldan itibaren gelişen uluslararası insani hukuku (savaş hukukunu) 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile güçlendirdi.

Uluslararası hukuku ihlal eden devletlerin yargılanacağı Birleşmiş Milletler’in temel yargı organı Uluslararası Adalet Divanı’nı kurdu. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın XIV. bölümü, Divan’ın yetkilerini tanımlar ve tüm üye devletlerin Antlaşma’nın ekini oluşturan Divan’ın Statüsü’ne taraf olduğunu belirtir.

Ayrıca, devletlerin dışında, uluslararası hukuku ihlal eden bireylerin de yargılanabilmeleri amacıyla 1998’de Roma Statüsü’nü kabul etti ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kurdu.

Soykırım vahşetinin yeniden yaşanmasına ön alabilmek amacıyla 1948’de “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ni (Soykırım Sözleşmesi) kabul etti. Sözleşme 1951’de yürürlüğe girdi.

Tüm bu gelişmeleri, oluşturulan yapıları ve işleyişlerini önceki yazılarımda ayrıntılı olarak anlatmıştım.

Bu arada, yakalanabilen Yahudi soykırımı suçlusu Naziler 1946’da Nürnberg’de kurulan özel mahkemede yargılanıp mahkum oldular.

Tüm devletleri bağlayıcı nitelik taşıyan uluslararası hukuk, devletlerin suç ve terörizm ile mücadelesini yasaklamaz, tersine, bu mücadeleyi destekler. Suç ve terörizm, caydırılmalı, önlenmeli, olmadıysa failler yakalanarak yargılanmalı ve uygun cezaya çarptırılmalıdır.

Bir koşul var; bu sürecin insan onuruna ve insan haklarına saygı temelinde yürütülmesi. Yani, yaşam hakkının, işkence ve kötü muamele yasağının, adil yargılanma hakkının, kanunsuz ceza olmaz ilkesinin ihlal edilmeden suçun ve terörizmin caydırılması, önlenmesi, olmazsa faillerin yakalanarak adalete teslim edilmesi gerekir.

Bağımsız yargı dışında, yürütme ve ona bağlı silahlı güçlerin yargılama ya da cezalandırma yetkisi yoktur, olmamalıdır, yoksa adalet sağlanamaz. Gerçekte bu yükümlülükler, suç ve terörizm ile sonuç alıcı mücadelenin olmazsa olmaz koşullarıdır.

Uluslararası hukuk, devletlere ülkesinin güvenliğini sağlama ve kendini savunma hakkı tanır. Ama bu hak sınırsız ve koşulsuz değildir.

Uluslararası ve iç çatışmalar için de uluslararası insani hukuk geliştirildi. Kimlerin hedef alınamayacağı, hangi silahların kullanılamayacağı tanımlandı. Bu yükümlülüklere uymamanın sonuçlarının saldırı, savaş suçu, insanlığa karşı suç ya da soykırım olacağı belirlendi.

“Nazi soykırımı” benzeri bir vahşetin yeniden yaşanmaması için 1948 Soykırım Sözleşmesi oluşturuldu. Hangi eylemlerin hangi koşullarda soykırım kapsamında değerlendirileceği, buna yetkili yargı organının karar verebileceği benimsendi.

Uluslararası toplumun hedeflerine uygun bu standartları geliştiren devletler, özgür iradeleri ile sözleşmelere taraf olarak bunlara uyum yükümlülüğünü üstlendiler. Şimdi uluslararası hukuku tanımamanın, geliştirilen ve taraf olunan normatif yükümlülükleri ihlal etmenin kabul edilebilir bir gerekçesi olabilir mi?

Bu bağlamda güncel iki örneği inceleyelim; Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin.

Rusya-Ukrayna

Rusya, Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’i ülkeden ayrılmak zorunda bırakan gelişmeler sonrasında 2014’te Kırım’ı işgal etti ve ilhak ettiğini açıkladı. Uluslararası toplumun büyük bölümü ilhakı tanımasa da fiili durum yaklaşık on yıldır değişmedi.

Rusya 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya karşı askeri operasyon başlattı. Doğu Ukrayna’yı Kırım ile birleştiren kuşak üzerinde etkin denetim sağladı. Uluslararası toplumun büyük bölümünün tepkisine ve Batı’nın desteği ile Ukrayna’nın karşı saldırısına karşın durumun görünür gelecekte değişmesi olası görünmüyor. Ukrayna’nın savunma kapasitesi beklenen düzeye ulaşamıyor, Batı’nın desteği zayıflama eğilimi gösteriyor, Rusya’nın askeri yeteneklerinin sürdürülebilir olduğu anlaşılıyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının uluslararası hukukun vahim ihlali olduğunu, hiç bir gerekçenin bu saldırıyı mazur göstermeyeceğini, çatışmaların hemen durdurularak diplomasi zemininde çözüm aranması gerektiğini........

© T24


Get it on Google Play