menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Erkeğin çileli yolu: Gece hayatı

29 15
28.04.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

28 Nisan 2024

Araştırmacı, yazar Osman Özarslan, taşrada modernlik deneyiminin de mekânı olan gazino ortamlarını; ekonomi-politik dinamiğinden eğlence kültürüne, davranış kodlarına ve raconlarına kadar taşradaki gece hayatının analizini yapıyor. Yüksek lisans tezinden hareketle yazdığı kitabın, odağında erkeklik var. Erkekliğin inşasında, gece hayatı ve eğlence kültürünün işlevini anlatıyor. Kadın bedeni üzerinden ve parayla/harcamayla "kanıtlanan" bir erkeklik performansının zengin ve acıklı bir tasviriyle karşılaşıyoruz. Yazar, cömertlik jestleriyle paralı, yakışıklı veya "belalı" imgesiyle ve türlü marifet sergileyerek gerçekleştirilen performansı, "erkeklik müzayedesine" de benzetiyor. Ve diyor ki “Erkeklik dediğimiz şey özellikle gece hayatından bakınca sonsuz bir yarış ve rekabet. Sürekli skor üzerinden kendini var etmeye çalışan bir anlatıdır."

Sadece konusuyla değil, çok yönlü ve detaylı bakışıyla da etkileyici bir kitap olan “Hovarda Âlemi”nin yazarı Osman Özarslan ile buluştuk ve bir sıkıntı mekânı olarak taşrada erkeklik ve kadınlık mücadelelerini, yapılan feda-kâr’lıkları tüm yönleriyle konuştuk. Buyrun sohbetimize…

Taşra kültüründe eğlence ve erkeklik konusunda saha çalışmasını içeren tek kaynak Hovarda Âlemi. Bu konu çocukluk hatırasından ziyade akademik merak haline nasıl geldi?

Kitabın mekânı, kasaba sayılacak bir ilçe. Bu tür yerlerde mekânsal ayrım çok nettir. Yani kadınların ve erkeklerin gidebilecekleri ve gidemeyecekleri yerler bellidir. 2000’li yıllardan itibaren, konsomatris kadınları yalnızca erkeklere ait mekanlarda görmeye başladım. Mesela, internet kafelerde, kumarhanelerde, kahvehanelerde vb. Bu kadınların gündüz hayatında görünürlüğü ve elbette geceleri ne iş yaptıkları, nasıl para kazandıkları, unutulmuş bir taşra kasabasında ne aradıkları yeterince ilgi çekici bir meseleydi. Bu meseleyi, okuldaki hocalarıma, arkadaşlarıma yeri geldikçe anlatıyordum ve yüksek lisans önerisi yapmam gerektiğinde, hocalarım bu başlıkla başvuru yapmamı önerdiler ve sonrasında, ailemin geçmişinden kalan çocukluk hatırası akademik bir meraka dönüştü diyebilirim.

Taşra simgesi dünden bugüne edebiyat ve sinemalarda defalarca ele alınmış konu. Kitabınızda, Taşra’yı ve taşra gece hayatını sıkıntı ve klostrofobi üzerinden ele alıyorsunuz. Sormak istiyorum. Kentler ışıklı, taşra sıkıcı ise “Taşra” neresidir? Taşra erkeğinin psikolojisi nedir? Modern sıkıntı Taşra’yı nasıl etkiledi?

Şimdi şöyle, taşra dediğimiz yer sıkıntı ile özdeşleşmiş klastrofobik mekânlar. Ama kitapta idari bir birim ya da coğrafi bir ayrım yapmamaya özen gösterdim. Çalıştıkça gördüğüm temel mesele bu oldu. Taşra dediğimiz yer, merkezin dışında kalmış olan yerler. Bu İstanbul’un göbeğinde de olabilir, Antalya’nın bir köyünde de. Aslında, erkeği burada taşralı kılan duygu, kentlerde yaşandığı varsaydığı keyiflerin, imkanların dışına atılmış hissetmesi. Ya da modernlik fragmanları diyeceğimiz, niteliksiz deneyimlerinin sonucunda edindiği yanlış izlenimleri sonucunda kentleri kafasında yanlış bir şekilde kodlaması. Nedir bu niteliksiz deneyimler ya da kentlilik fragmanları, mesela geneleve gitmek, sahile gitmek, askere gitmek, pavyona gitmek ya da tersi, mesela kent fragmanlarının örneğin lunapark olarak taşraya gitmesi. Tüm bunlar, merkezin varsayılmış keyiflerinin dışında kaldığını düşünen, taşralı erkeğin sosyo-kültürel dünyasının sınırlarını inşa eder.

Tabii bu meselenin böyle kodlanmasında modernliğin kendisini pek çok dikotomi gibi, eğlence&sıkıntı ikiliği aracılığıyla kurması da belirleyici oldu. Kentler tempo ve eğlence ile, taşra da sıkıntı ve durağanlık ile eşitlendi. Tüm bunların sonucunda, taşra dediğimiz kara parçası neredeyse doğal olarak sıkıntının mekanı olarak istimlak edilmiş oldu. Oysa, sıkıntı çok katmanlı ve hatta pek çok düşünüre göre çok kıymetli bir duygu durumu ve varoluş ontolojisi, ama sıkıntının günümüzde yalnızca sıkılma ile özdeşleştirilmesi dediğim gibi modernliğin yan etkilerinden birisi.

Bir de tabii sıkıntı faslında, özellikle taşra söz konusu olduğunda şunu konuşmak lazım, Yıldırım Türker’in dediği gibi, sıkıntı erkeğin kronik hastalığı. Özellikle taşrada, kadınların ve erkeklerin zamanla ve mekanla kurmuş olduğu ilişki ve aynı şekilde, sıkılma ve eğlenme ile kurmuş oldukları ilişki oldukça değişik. Buraların da patriyarka - toplumsal cinsiyet kodları ve bunlara bağlı işbölümü tarafından belirlendiğini söylemek yanlış değil.

Sizi ilk Murat Hocaoğlu’nun çok etkilendiğim “Arabeskin Aşık Kadınları” belgeselinde izlemiştim. İzlediklerimden ve okuduklarımdan anlıyorum ki gece hayatında bazı erkek rolleri mevcut. Bu dünyanın değişmez çarklarından olan bu tipolojileri anlatır mısınız?

Erkeklik dediğimiz şey, genel olarak zaten rollenmedir demek yanlış olmaz. Bir de tabii günümüzde medya ve sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte, tarihsel erkeklik arketipleri bir sürü alt başlığa büründü ve erkeğin rollenmesi için mecralar çeşitlendi. Ki zaten, ben en genel anlamıyla alemci erkeğin gecesi ve gündüzündeki karakterlerinin birbirlerini olumsuzladıklarını defaten de vurguladım. Gündüzün muhafazakâr-milliyetçi aile babası, esnaf abisi, birden bire gecenin saldıray, aşkın, fantastik aşk adamına dönüşür. Tüm bunlar da gündüz ve gece için farklı karakterler edinmekle mümkün tabii ama gece hayatının tipolojileri deyince bunlar biraz daha gece hayatının kendi mekanizması ile ilgili. Yani gece hayatında, müşteri, kabadayı ya da işletmeci olarak varolacaksanız, bu arketip diyebileceğimiz tipolojilerden birisine girmek durumunda kalırsınız.

Bu tipolojileri kabaca paralı, belalı ve yakışıklı olarak tanımladım. Bunlar en genel anlamıyla, gece hayatının, gazinoların erkeğe vaad ettiği modernlik fragmanında ancak bir harcama/harcanma formu olarak var olabilir. Paralı parasını, belalı bedenini ve hayatını, yakışıklı ise geleceğini harcar.

Paralı, belalı, yakışıklı ve çakma belalının birbirleriyle, kadınlarla ve gece hayatıyla ilişkisi nasıldı? Kendilerini nasıl var ettiler?

Bu tanımların tamamı gece hayatının tipolojileri. Konsomatrislerin zamanlarının metalaştırılması ve erotize edilmiş bedenlerinin fetişleştirilmesi etrafında oluşturulan bir ahlak ekonomisi ve para ekonomisinin tipolojileri. Paralı dediğimiz tipoloji aslında, ancak para harcayarak var olabilir ve onun harcaması diğer paralılar ile sürdürülen bir erkeklik müzayedesi şeklinde gerçekleşir. O harcadığı oranda var olabilir.

Belalı ise hem kendi bedenini hem de başka bedenleri harcadığı oranda gece hayatında yer edinebilir. Onu lakabıyla tanırız, tıpkı Boğaç Han hikâyesindeki gibi ismini hak etmiştir, bir hikâyesi vardır, cezaevleri, icraatları vb… Tüm bunları ve ismini her gün yeniden koruması gerekir, bu yüzden, oturması, kalkması, giyimi kuşamı hatta içtiği içki bile, kendi ismi etrafında oluşmuş olan kahramanlık anlatısını pekiştirmek üzeredir. Ki bu bakımdan, belalı bir öznellikten ziyade bir performansa biçimidir.
Yakışıklı, tüm bu hikâyelerin dışında, konsomatris kadının erotik bedenini inşa etmek için kullandığı ve gece hayatının insanlarından intikam almak için kullanılmış yer yer Oedipal tınılar da taşıyan, gazino-pavyonla doğrudan ilişkisi almayan ama mekanın periferisinden bir gençtir. Kadın tarafından devşirilir ve çok kısa bir sürede gece hayatının insanlarından birisi haline gelir.

Peki, gece hayatında erkeklik ve erkeklik serüveninin kriterleri nelerdir? Gece hayatında hangi biçimlerde ortaya çıkıyor?

Erkeklik dediğimiz şey özellikle gece hayatından........

© T24


Get it on Google Play