Acar Baltaş: İyimserler daha kısa yaşıyor
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
14 Nisan 2024
Günümüzde dünyanın kötüye gittiği ve her şeyin bozulduğu yönünde genel bir kanı var. Daha iyi versiyonumuza ulaşmak için çalışıyoruz ancak asla tatmin olmuyoruz. Kapitalist dünyanın patronları, hem neden hem de sonuç olarak korkularımızı yönetiyor ve fabrika ayarlarımızla oynuyorlar. Daha genç nasıl görünürüm? Daha güzel olmak için ne yapmalıyım? Neden daha çok mutlu değilim? Toksik ilişkilerimden nasıl kurtulurum? Hayatın anlamı ne? Sadece pozitif etkileşim mümkün mü? soruları her tarafımızı çevirmiş durumda. Halbuki hayat bir bütün ve tüm pozitifler negatifleri de beraberinde getiriyor ve bu denge hayatımızı hatta dünyayı yönetiyor. Hepimiz farkındalığımızı arttırma yollarını ararken, fark ettikten sonra ne yapacağımızı bilmiyoruz. Tam bu noktada Acar Baltaş diyor ki, "Hepimizin içinde bir gölge var. Karşılaşmak istemediğimiz bir gölge. O gölgeyle barışmadan huzurlu yaşamak mümkün değil. Farkındalık bir şeyi değiştirmenin ilk adımı, ondan sonra da niyet devreye giriyor. O niyetten sonra da eylem geliyor."
Yarım asırlık mesleki kariyeri, yetmiş yılı aşkın yaşam tecrübesiyle psikolojiyi bilimsel olarak baz alan, geniş kitleler için anlaşılır kılan Acar Baltaş, hayatın bize sunacağı yeni fırsatları görmemiz için kozamızı delmeyi, sıkıntılı zamanlarda elimizdeki özkaynaklara odaklanmayı ve iyi hayat yaşamaya dair anahtar niteliğinde ipuçları veriyor. Gazeteci Mert İnan'ın soruları eşliğinde yaşam kılavuzu niteliğindeki "Hayat En Çok İyileri Kırar" Kronik Kitap'tan yayımlandı. Siz de benim gibi psikoloji konularına meraklıysanız ve doğru kişiyi okumak istiyorsanız bu kitaba kesinlikle bir şans vermelisiniz…
- Yeni kitabınız "Hayat en çok iyileri kırar." Müthiş bir başlık. İyi olmak ve kırılmak hepimizin ortak şikâyeti. Öncelikle sormak istiyorum, iyi insan nedir ve neden hep iyiler kırılır?
Her insan doğal olarak kendini iyi görür. Ancak iyilerin daha çok kırılmalarının sebebi, kabuklarının daha ince olması, daha savunmasız olmasıdır. Dolayısıyla da kırılmak kaçınılmaz. Bunun alternatifi kırılmamak için kimseye güvenmemektir. Bu da sürekli diken üzerinde yaşamayı gerektirir.
O sebeple kırıldığımız zaman ya hayatımızın evresine göre bizi kıranın kurbanı oluruz. Bu annemiz, babamız, öğretmenimiz, hayat arkadaşımız, patronumuz, yöneticimiz olabilir ve kurbanı olarak yaşarız. Kendimizi, karşımızdakini, koşulları suçlar bir koza öreriz etrafımıza. O kozanın içinde bu düşünce döngüsü de devam ettikçe koza kalınlaşır ve o kozanın içinde kurban olduğumuza kendimizi inandırırız. Ama eğer o kozayı delip çıkabilirsek o zaman hayatın bize sunacağı farklı imkânları görürüz. Kalemi elimize alır kendi hikâyemizi kendimiz yazarız.
Bu koza hikâyesinin arkasında ise çocukluğumda yaşadığım özel bir an var Ebru.
- Anlatır mısınız?
Tabii. Bulutlu bir günde babamla ilk defa uçağa binmiştik. Çocuktum henüz. İçim daralıyordu. Basınç, içimi daraltıyordu. Ancak kısa bir süre sonra uçak havalanıp, bulutların üzerine çıkınca yepyeni bir dünya çıkmıştı karşıma. İşte hayat da böyle. Enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişiyor. Dolayısıyla hayat ileriye doğru yaşanıyor. Kozayı deldiğimiz zaman enerjimizi önümüze çıkacak olan fırsatlara vermemiz ve kırıldığımız yerden güçlenmemiz mümkün oluyor.
- Peki kırıldığımız yerden güçlenmek için ne yapmamız lazım? Daha esnek mi olmamız lazım?
Çocukluk ne zaman bitiyor? İhtiyaçlarınızın anneniz babanız tarafından karşılanamayacağını anladığınız zaman. Yetişkinlik ne zaman başlıyor? Başınıza gelenlerden başkalarını sorumlu tutmamaya başladığınız zaman. O sebeple yani birinci soruyla bağlantılı olarak mesele, kalemi elimize alıp kendi hikâyemizi kendimiz yazmak.
Mecazi olarak hepimiz bir denizde, bir teknede dünyaya geliyoruz. Kiminin teknesi küçük, kiminin teknesi büyük. Kimi fırtınalı bir denizde dünyaya geliyor, kimi düz, süt liman bir denizde dünyaya geliyor ağzında gümüş kaşıkla. Sadun Boro 1965 yılında 12 metrelik bir tekneyle bugünkü navigasyon imkânlarının olmadığı bir zamanda dünyayı dolaşmıştı. Mesele; dümeni sıkı tutmak, sahip olduklarımızın farkına varmak, onlara sıkı sıkı sarılmak ve onunla ne yapabileceğinize bakmak.
- Hayat yolu meşakkatli ve beceri istiyor. Birçok zorluk ve dirençlerle karşılaşıyoruz. Kitabınızda da en sevdiğim çözüm yolu "şimdilik düşünmek" önerisi oldu. Rahatlatan ve umut vaadeden bu düşünce sistemi nedir ve nasıl hayatımıza sokacağız?
Ebru, kendi adıma uyguladığımı söyleyeyim sana. Bu düşünce tarzı, dünyaya bakışımı, hayatla ilişkimi, konuları ele alış biçimimi değiştirmişti. "Şu anda iyi olan ne" sorusu? Şu anda iyi olan ne dediğiniz zaman, haline şükret, beterin beteri var anlamına gelmez. Şu anda iyi olan ne demek, "nelere sahibim", "elimdeki imkânlar ne", "öz kaynaklarım nedir" demek. Elimdeki imkânlara ve öz kaynaklara odaklandığım zaman, problemi çözmek için gücümün farkına varıyorum ve harekete geçiyorum.
- Peki hayattaki öfkemizin esas nedeni kırılganlıklarımız mı?
Hayattaki öfkemizin esas nedeni hayallerimiz ile gerçekliklerimiz arasındaki uyumsuzluktur. Bu bizi öfkeli ve kırılgan yapar. Tatminsiz yapar.
- Bu ruh durumunu ya da davranış modelini nasıl gidereceğiz, kırılganlığımızı nasıl tamir edeceğiz ve de yola devam edeceğiz?
Hayalleriniz ile gerçeklerinizin arasındaki uçurumun boyutuna ve öz kaynaklarınıza bağlı. Bu durumla ilgili olarak üç adım, beş adım gibi bir öneri bilemiyorum ama hayat ileriye doğru yaşandığına göre hareket içinde olmak beklemekten her zaman iyidir.
- Çağımızın korkulu rüyası başarısızlık. Gelişmenin ve öğrenmenin en etkili yolu başarısızlık ve sonuçtan çıkarılan ders değil mi?
Tüm dünya insanının, Amerikan psikolojisinin etkisinde kalması sebebiyle başarıya tapılır hale geldi. Oysa başarısızlık hayatın en doğal parçası. "Hayatımda hiç başarısız olmadım" diyen insanlar ya konfor alanlarının dışına çıkmamışlardır ya da hiç risk almamışlardır. Yalan söylüyorlardır demek istemiyorum ama yalan söylüyor da olabilirler. (Gülüyor.) Başarısızlık öğrenmek ve gelişmek için bir fırsattır. İnsanı olgunlaştırır. Başarısız olanlara karşı empati geliştirmesine sebep olur. Bu da insanı daha iyi insan, daha bilge insan yapar yıllar içinde.
- Haklı olmanın peşinde ömürlerimizi, ilişkilerimizi tüketiyoruz. Sevgiden bile önem verdiğimiz haklı olma hâli diğer yandan da subjektif bir durum aslında. Hayat bu kadar kısayken haklılık önemli mi? Neden bu döngünün içinden çıkamıyoruz ve her şey bunun üstüne kurulmuş?
Sevgimizi bile kurban ediyoruz derken, birçok evlilik bu haklılık yüzünden doğan çatışmalar sebebiyle bitiyor. Aynı amaca hizmet ettiğiniz insanlarla eğer bir çelişki yaşıyorsanız ya haklı olursunuz ya mutlu. Bu durum eşinizle, hayat arkadaşınızla, çocuklarınızla olan ilişkileriniz içinde geçerlidir. İş ortamında da geçerlidir. Her zaman söylendiği gibi "aynı gemideysek" o zaman haklı olmanın çok fazla bir önemi olmuyor. Yani şunu demek istiyorum Ebrucum: "Eşinize veya çocuğunuza yapmasını veya yapmamasını söylediğiniz bir şeyin tersini yaptıkları zaman ve haklı olduğunuz zaman mutlu oluyor musunuz?" Tabii ki değil. Aynı şey iş........
© T24
visit website