menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şu Gâlip dedikleri, şeyh mi şair mi: Siz hiç âşık gördünüz mü?

17 10
30.06.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

30 Haziran 2024

Divan Edebiyatı bugün sadece akademik makalelere hapsolmuş çok eski bir şey olarak idrak edilir. Böyle de çok lezzetlidir. Bu yüzyıla da yeni girdik, yani diğer yüzyıllar da çok uzak değil, zaman izafidir. Yunus Emre'nin bir şiirinde, "Adım adım ileri, bu âlemden içeri, / On sekiz bin âlemi gördüm bir dağ içinde" dediği gibi yani… Makalelerin çoğu bir zorunluluk olarak kaleme alındığı için akademik dilin kullanım biçiminden de kaynaklanıyor bu anlaşılmazlığın yarattığı soğukluk. Oysa günümüz Türkçesine çevrilmese de Divan Edebiyatı -13. yüzyıl taklit döneminden 18. yüzyıla kadar bile- şiirleri ilgilisi için elbette anlaşılır bir dile sahip olmuştur hep. Kuşaklar arası ilgisizliğin değil sadece, eğitim sisteminin de mantıksız ve çarpık ideolojik dayatmacılığı kuşaklar ve o kuşakların kültürleri arasında dilleri yabancılaştırmış, bizden öncekilerle aramızdaki bağları koparmıştır. İnsanın bir dile, bir şeye, bir kimseye ilgi göstermesi için onun soyunun devamı olması gerekmiyor. Ömrünce Farsça konuşmuş ve bir gün doğrulup birden ayaklarını yere vurup Bağdat'ın bağrında, "En-el Hakk" dedi diye zındıklıkla suçlanıp derisi yüzülüp darağacına çekilmiş yetmemiş yakılıp külleri Dicle'ye atılmış, Dicle'yi de "Allah! Allah!" diye gürleten dedem Hallâc-ı Mansûr'dan torunu olan ve otuz altı yıl boyunca hüküm sürmüş ve Moğol istilasına geçit vermemiş hayatı boyunca Urduca konuşmuş Hint Kralı Alâeddin'in ana dili Kürtçe olan torunu olmasaydım da ilgilimi çekerdi yine benim. Yani insanlar gibi coğrafyalar ve diller de akrabadır, kimse ayıramaz bizi.

Bir şeyi anlamak için onunla biraz ilgili olmak da kâfi. Birçok insan piyano ya da keman dinlemekten hoşlanırken icra etmesini bilmez, ama bu onların piyano ya da keman çalamayacağı ya da bunlarla icra edilen müzikten bir mana edinemeyecekleri anlamına da gelmez. Divan Edebiyatı da böyledir doğrusu. Bugünün diliyle, tekniğiyle yazıla gelen şiirler de yeterince anlaşılıyor mu sanki? Belki de şairler ne anlattıklarını kendileri de bilmiyorlardır. Yazarken de yaşarken de kendinden öncekileri yok sayan şairlerin de bunda elbette payı var. Bundan dolayı da kutsal kitaplarda dahi şairler ve şiir için söylenen tenkitli sözler doğru olanla yanlış olanın birbirlerinden ayrılmasına dair bir tembihten öteye gitmezler. Doğrusu, başkalarının şiirlerini çalan, taklit eden şairler için bence hâlâ geçerli sözlerdir de onlar. Yarı hayvan olan insanın sezgileriyle de duygularının harekete geçtiği gerçeğini burada da öne sürebiliriz bu yüzden. Sadece sanat yapılan, şiir yazılan bir dil olarak değil, diplomatik bir dil olarak da Osmanlıcayı "dil" olarak kabullenemeyenlerin sembollerin, rakamların ve hatta davranışların dahi kendi çaplarınca bir dil olduğunu bilmekten mahrum anlayışlarını da ayrıca eleştirmiyorum. İnsan, anladığı kadardır zira.

18. yüzyılın ikinci yarısında Divan Edebiyatı'nın son büyük ve en yeni ve yenilikçi şairi olan Şeyh Gâlip Türkçe divanında Farsça şiirler de yazmıştır örneğin. Bir dil bilmek, o dilin başka diller öğrenmeye olanaklar sağladığı faydasından yaralandığımızda kendini ayrıca bir dil olarak gösterir. Öğrendiğiniz, bildiğiniz bir dil başka diller öğrenmede size olanaklar sağlamıyorsa onun zaten ne diyalektik bir varoluşu ne de ifade edişlerde sunacağı bir zenginliği vardır. Yani siz dünyanın en iyi şairi de olsanız dil size dile getirmek istedikleriniz konusunda da hiçbir olanak sağlamayacak, hiçbir kapıyı açmayacaktır. Bir dil ne kadar zenginse şairin aşkınlığı da o kadar arşı titretecek güçte olacaktır. Bu dilin Osmanlıca, Arapça, Farsça, İtalyanca ya da Türkçe olması bunu çok da etkilemeyecektir. Zira şair doğan şair gibi baktığında da okurunu zaten tatmin edecektir ki dil onu kullananlarla ayrıca gelişen de bir şeydir. İş bu noktada şairin kabiliyetine gelince, Divan Edebiyatı'nın altın mutasavvıfı Şeyh Gâlip de verilecek örnekler arasında en müstesna olanıdır. Yazdığı ve konuştuğu dili genişleten, geliştiren, ona kendi halinden kumaşlar biçerken durduğu yeri de hakkınca hak etmiştir.

Sadece şiir söz konusu olduğunda bile banimiz, dâhimiz, gönlümün azizi Şeyh Gâlip 1757'de dünyaya geldiğinde Divan Edebiyatı neredeyse son demlerini yaşamakta ve beş yüz yaşındaydı. Bu büyük miras elbette ancak onun kadar kabiliyetli ve Divan Edebiyatı geleneğine sıkı sıkıya bağlı ve pek az şairin kullandığı "tardiye"yi bile kullanmış bir şaire yar olmalıydı, öyle de oldu. Bugün şiir yazanların ne bilip ne bilmediği konusundan çok bazen ve çoğunlukla günlük meşgalelerden ibaret şiirler yazdıklarını ve şiirlerini yazarken sadece okuruna ağ atarcasına metinler tasarladıklarını inkâr edemeyiz. Divan Edebiyatı'nı zorlayıcı bulanları ayrı tutuyorum, ama ondan bihaber olanları nasıl saymalı ki şairden? Halden hale geçmekten imtina edenler,........

© T24


Get it on Google Play