menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İnsanlar doğarlar, büyürler ve ölürler: Zoraya ter Beek, hepsi bu kadar mı?

57 0
26.05.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

26 Mayıs 2024

Hayatımız boyunca katkıda bulunduğumuz ya da kalkıştığımız her eylem, verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız her karar duygularımıza dayanır. Nefret, tiksinti, ret, kabul, sevgi, bağışlama, anlamaya çalışma ve gibi gibi. "Mantık, bilinçli zihnin dili iken duygu, bilinçsiz zihnin dilidir" önermesini yıkacak şey de şudur: Mantığa yön veren duygusal deneyimlerdir. Deney/imlerle talim edilmeyen hiçbir şey mantıklı olanı ortaya çıkaramaz. Bir şeyin küle dönüşünü deneyimlemek için ellerini kandil alevine tutanlar ancak bu talimle neden ateşten uzak durmaları gerektiğin idrak edebilirler. Duygular elbette ki mantıktan böylece daha güçlüdür de. Duyguların kendi diyalektik yapısı onları ortaya çıkaran kimyasal hatlar ve onların yarattığı frekanslarla ilgilidir. Bu frekanslar insanın içinde kendi kendine beliren hadiseler değillerdir. Toplumsal ortak akıl ve yaklaşımları yitirdikçe yığınlaşanların yarattığı halelerin ortaya çıkardığı hadiselerden beslenirler. Bu duyguların sağlıklı duygular olup olmadığı konusunda bize yol gösteren izlek de bunlardan ibarettir. Duygularımız, karar verişlerde beynimizin çalışma biçimi ve onun algılamaları yaratma ve yönetme şekliyle ruhun bitişim noktasında -hâlâ bilemediğimiz pek çok yanıyla beraber- bütün fonksiyonlarıyla harekete geçirdiği kimyasalların salgılanım ve salınımında büyük ve etkili bir role sahiptir. İçimizde bir evren taşırız biz insanlar da diğer bütün canlılar gibi ve dışımızda olup biten her şeyden etkilenecek kadar hassas bir evrendir bu. Rüyalar ve hayaller âleminden ibaret olmayan sadece. Bu etkileri etkin hale getiren de biziz ve onlardan etkilenen de. Bu etkinliği canlandırmak için en başına buyruk olanlarımız bile toplumsal ya da toplumların ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan kurumlardan "onay" bekleriz. Bu onay verişler asıl ihtiyaçları karşılamaktan kaçış olsa da.

Duyguların çok kısa, anlık ve kesik kesik belirişlerle ruh hallerinde kendini daha görünür kılan bu kimyasal salgılama anlarında normalin üstünde ya da çok altındayken açığa çıkardığı düşünüşlerin sadece insanda değil, neredeyse canlıların tümünde (hayvanlarda güvensizlik-korku, bitkilerde bakımsızlığın-susuzluğun neden olduğu enzimler) yarattığı gel git'lerin verdiği histerikliğin süreklilik kazanmasına bağlı olarak ortaya çıkan hazlar sınırları aştığında neredeyse iki yüz trilyona yakın atoma sahip olan insanın her bir zerresinin en az bütün varlığının toplamından çok daha canlı, hareketli ve kendilerine has bir kapasiteye sahip zekâları olduğunu da düşünürsek, aklımızla çatışsın yahut barışsın içimizde çıkacak kaosların hiçbirinde sağlıklı düşünce söz konusu olmayacaktır. Buna müdahale etmenin tek yolu, insanın ruhunca ya da aklınca yaşadığı çatışmalara boyun eğmek yerine bu sistemin aslında -çevremizde bu konuda omuzlarının üzerinde boş kafalarla yorum yapan insanların anlattığı gibi olmamakla birlikte, üzerine yazılmış birçok makaleden kitaba rüştünü ispatlamaya çalışanların derlediği ve içlerine o metinlerin kendilerinden hiçbir şey koymadıklarını da bilerek dikkate almadan- böyle çalıştığını kabullenmek ve bu akışa yön verebileceğimize inanmak olacaktır. Çözülmemiş bütün sosyolojik problemler psikolojik problemler yaşayan bireyler çıkaracaktır karşımıza. Ne demişler, "Çocuğu iyi yetiştirir, ağacı doğru budarsan eğer…" Doğru zamanda doğru bir biçimde verilmemiş sevginin, sakınılmış saygının açtığı yaraları hiçbir para birimi, yüksek ekonomilerin yarattığı refah seviyeleri kapatamaz. Sadece bunun eksikliği yüzünden bile geceleri ağlayan, sabah namazlarında oturup dizlerini döven insanlar tanıyorum.

Nasıl ki her toplum bir evdir ve toplumun en küçük parçası olan "ev" nasıl şekillenirse toplum da öyle şekillenir, o halde bütün psikolojik sorunların temelinde olup biten de sosyolojik problemlerdir. Modern dünyanın problemleri çözme biçimi artık onları ortadan kaldıracak "yöntemler bulma" ve onları her biçimde -bu "ötenazi" ya da bir insanın nedenlerinin önemsemeksizin "kendini öldürme hakkı" adı altında- "etik" ilan etmesi olacaktır. Ülkemizde de hâlâ hayalini kurduğumuz insani düzlüğe yerleşememiş, çünkü teorilerde asılı kalmış psikoloji biliminin Avrupa'daki çaresizliğini asrın tıkandığı yerde aklın da tükendiğini görmemizi sağlayan bir ötenazi vakası da olan, 29 yaşındaki Hollandalı Zoraya Ter Beek'in aldığı ötenazi kararında nasıl evrenselleştirilmeye çalışılacağını öngörebiliriz. "Eutanasia", "Tatlı ölüm, rahat ölüm" anlamlarına gelen ötenazi kavramını 18. yüzyılda ilk kez........

© T24


Get it on Google Play