Bildiğimiz dünya başımıza yıkılırken: Amerikalı milyarderler neden 2024’e yeraltı sığınaklarında girecek?
Lili’uokalaini 1891 yılında taç giyerek Hawai’nin ilk kadın hükümdarı olduğunda 53; bağımsız bir devlet olan Hawai Krallığı ise 98 yaşındaydı. Halkın sevdiği popüler hanedan üyelerinden Lili’uokalaini abisinin ani ölümü üzerine tahta çıkmış, daha ilk günden kendini işin içinden çıkması zor bir beka meselesinin ortasında bulmuştu.
Beyazlarla ilk iletişimini adaya 1778’de gelen İngiliz kaşif James Cook vesilesiyle kuran Hawai, Batılı tacirlerin “takdiriyle” iklimi müsait bulunarak kısa sürede bir şeker adasına dönüşmüştü. Adanın güçlü savaşçı kabile şeflerinden Büyük Kamehameha, 1795 yılında Batılı danışmanlarının desteğiyle adada siyasi birliği sağlarken ve Hawai Krallığı’nı kurarken, bir yandan Amerikan ve Avrupalı tüccarlar adalara şeker pancarı ekiyor, plantasyonlar açarak yoğun bir şekilde şeker üretiyor, California üzerinden ABD’ye satıyordu. Bereketli şeker üretimi, sadece Batılı tüccarların değil, plantasyonlarda işçi olarak çalışmak isteyen Çinli, Filipinlilerin de adaya göç etmesine neden olmuştu. Kısa bir sürede Hawai’nin nüfusu artrmış, 370 bin kişi adaya taşınmış, Hawai yerlilerinin nüfus oranı da toplumsal gücü de azalmıştı.
California zenginleştikçe ve ABD İç Savaşı (1861-1865) nedeniyle üretim ve ticaret durduğu için şekere yönelik talep arttıkça Hawai, ABD için stratejik bir ticari ortağa dönüştü. ABD hükümetinin desteğiyle organize olan beyaz tüccarlar kendi aralarında örgütleniyor, uzun vadede Hawai Krallığı’nın lağvedilip ABD’ye katılması için çabalıyordu. Beyaz tüccarlar ilk somut başarıyı 1887 yılında Kral Kalakua’yı baskı altına alıp yeni bir anayasa imzalatarak elde etti. Görünürde monarkın yetkileri azalıyor, meclisin ve kabinenin yetkileri artıyor, Batılı ülkeler gibi meşruti bir monarşi tesis ediliyordu. Fakat arka planda hikaye biraz farklıydı. Daha önce özel mülkiyet kavramının olmadığı Hawai’de özel mülkiyet hakları kodifiye ediliyor, oy hakkı sadece belirli gelirin üstündeki kişilere tanındığı için çok az sayıda yerli Hawaili oy kullanabiliyor, mecliste ve kabinede ekseriyetle adaya sonradan gelen beyaz tüccarların etkin olması sağlanıyordu. Kral artık bir sembol haline gelmiş, fakat egemenlik Hawai halkının değil, beyaz tüccarların eline geçmişti.
Abisi Kalakua’nın ani ölümüyle tahta çıkan Kraliçe Lili’uokalaini büyük bir ikilem arasında kalmıştı. 1795’ten beri dünya tarafından bağımsız bir devlet olarak kabul edilen Hawai Krallığı’nın yerlileri anayasanın değişmesi, genel oy ilkesinin benimsenmesini ve beyaz tüccar vesayetinin kırılmasını; yerlilerin mallarına çökmelerinden endişe duyan beyaz tüccarlar ise ticari işletmelerine yönelik güvencelerin sağlanması için ABD’ye katılmak istiyordu. Kraliçe, tercihini halktan yana kullandı ve saraydaki beyaz danışmanların, bakanların itirazına rağmen anayasanın değiştirilmesi gerektiğini belirtti, halkın desteğini arkasına almak için bir kampanya başlattı.
Özel mülklerinin ve siyasi ayrıcalıklarının tehlikeye girdiğini düşünen 13 beyaz tüccar bir Amerikalı avukatın liderliğinde “Güvenlik Komitesi” kurdu, ABD Büyükelçiliğinin de desteğiyle Kraliçe’yi tahtan indirdi. Darbe sonucu tahttan indirilen Kraliçe ev hapsine alındı, Kraliyet ailesinin mülklerine el konuldu. Darbeciler önce monarşiyi kaldırdı, cumhuriyet rejimine geçildi. Binlerce Hawai yerlisinin topladığı imzalar hiçe sayılmış, beyaz tüccarlar nihai amaçlarına ulaşmış ve bir zamanlar ABD dahil bütün Batı devletlerinin resmi olarak tanıdığı, diplomatik ilişki kurduğu Hawai Krallığı lağvedilmişti. Darbecilerin nihai amacı ABD’ye katılmaktı.
Dönemin ABD Başkanı Grover Cleveland, Kraliçe’nin yakın dostuydu. Bu nedenle kısa bir süre Kraliçe’nin tahta tekrar çıkarılması için uğraşmış, fakat sonrasında senatörlerin ve beyaz tüccarlarla arası iyi olan ABD Büyükelçisi’nin baskısıyla yakın dostunun yardım çağrılarına kulak tıkamayı tercih etmişti. 1896 seçimlerini kazanan yeni ABD Başkanı McKinley seçim kampanyasında söz verdiği gibi ilk iş olarak Hawai’nin ABD’ye katılma sürecini başlattı ve Hawai 1898’de resmen ABD’ye katıldı. Beyaz tüccar darbeciler amacına ulaşmıştı.
1959 yılında eyalet statüsünü kazanarak 50. ABD eyaleti olan Hawai’nin artık bir kraliçesi veya bağımsız bir devleti yok. 130 yıl önce kaybettikleri bağımsız bir devletten bugün Hawaililerin elinde kalan, ABD Senatosu’nda ve Temsilciler Meclisi’nde yerel kıyafetlerle oturumlara katılan ikişer üye.
Hawai yerlileri özel mülkiyetin olmadığı, toprakların ortak kullanıldığı, doğayla iç içe yaşandığı kültürlerini artık koruyamıyor. İklim değişikliği nedeniyle sık sık yangınlar çıkıyor, deniz seviyesinin yükselme ihtimali adalıları ciddi bir şekilde endişelendiriyor, yerliler kaybettikleri toprakları geri almak için mücadelelerine devam ediyor.
Hawai’nin sonunu getiren şeker çılgınlığı ise sona erdi. Şeker plantasyonları kapatıldı, şeker tüccarları daha ucuz pazarlara yelken açtı, uğruna krallık yıktıkları Hawai’deki pancar tarlalarını turizmcilere satarak sektörü terk etti.
Artık Hawaililerin elinden ülkelerini çalan şeker tüccarları yok. Fakat beyaz şeker tüccarlarının yerini dünyanın sonunun yaklaştığına inanan Amerikalı beyaz Silikon Vadisi milyarderleri aldı. Zamanında katakulliyle ABD’ye ilhak edilen Hawai, ne tesadüf ki bugün olası bir iç savaş veya kıyamet senaryosunda anakaradaki Amerikalı milyarderlerin kaçış noktası haline geldi.
Hawai’yi popüler bir “kaçış noktası” kılan kişi ise gizlice 270 milyon dolarlık bir sığınak inşa ettiği ortaya çıkan Facebook’un kurucusu ve Meta CEO’su Amerikalı milyarder Mark Zuckerberg.
124 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin yedinci insanı olan Mark Zuckerberg, 2014’te sürpriz bir kararla 170 milyon dolar harcayarak Hawai’nin dördüncü büyük adası Kauai’de 283 dönüm arazi satın aldı. Zuckerberg araziyi satın alır almaz 75 bin kişinin yaşadığı Kauai adasının dengelerini bozdu. İlk çatışmayı 283 dönüm arazisinin etrafına inşa ettiği büyük bir taş duvarla okyanus manzarasını kapadığı komşularıyla yaşadı. İkinci çatışmada ise doğrudan Hawai geleneklerini karşısına aldı. Beyaz tüccarların özel mülkiyet rejimini dayatmasıyla birlikte her ne kadar Hawai kendine has mülkiyet gelenekleri geride bıraksa da hala adada “kuleana toprakları” denilen özel bir toprak rejimi uygulanıyor. Hawaililer miras yoluyla çok rahat bir şekilde atalarının özel mülklerinde pay sahibi olabiliyor, resmi bir bildirime gerek kalmadan hak sahipliği nesilden nesile aktarılıyor, bu arazilere ulaşmak, bu arazilerden faydalanmak için komşu arazilerde geçiş hakkına sahip olabiliyor. Zuckerberg de en büyük pay sahiplerinin haklarını satın alarak elde ettiği 283 dönümde, mülkiyet ve geçiş hakkına sahip küçük payları satın almak için tespit ve satış davaları açtı, önce pay sahiplerini tespit edip ardından mahkeme kararıyla payları zorla satın almaya çalıştı. Hawaililerden gelen “sömürgecilik” tepkileri üzerine özür dileyerek davaları geri çekse de sonrasında yerel firmalarla ve iş insanlarıyla anlaşarak aracılar vesilesiyle bu payları teker teker toplamaya başladı.
2014’ten beri yürüttüğü bu arazi mücadelesini geride bırakan Zuckerberg,........
© Serbestiyet
visit website