menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Amerikan Yüksek Mahkemesi, “367 krizini” nasıl atlattı?

32 20
09.03.2024

“Aslında büyük ölçüde siyasi olan bir sorun, 1982 Anayasası’nda cumhurbaşkanının seçimine ilişkin düzenlemeler üzerinden birdenbire tüzel bir konuya dönüştürüldü. Bu düzlem değişikliğinde ve mücadelenin kökeninde siyasi alanda yaşanan çaresizliğin, muhalefet yapamamanın önemli bir etmen olduğu açık. Yoksa cumhurbaşkanı seçimi aniden son derece teknik ve böylesine gerçeküstü bir anayasa hukuku tartışmasına dönüşmezdi.”

Mülkiye’nin anayasa hukuku hocalarından Murat Sevinç, 2007’de yaşanan 367 krizini bu sözlerle eleştirmişti. Yaşanan bu kriz gerçekten de daha iyi özetlenemezdi. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi 16 Mayıs 2007 tarihinde dolacağı için 2002 seçimlerinden sonra oluşan meclisin yeni bir Cumhurbaşkanı seçmesi gerekiyordu. 2002 seçimlerinde  barajı nedeniyle DYP, MHP, Genç Parti, DEHAP, ANAP gibi birçok parti %5’ten fazla oy alıp baraj altı kalmış, seçmenin F’sının oy verdiği parti meclise girememiş, bu nedenle 4 oy alan AK Parti 550 vekilin 363’ünü,  oy alan CHP ise 178’ini almıştı. AK Parti, tek başına Cumhurbaşkanı seçebilecek konumdaydı: m. 102 uyarınca ilk iki turda karar yeter sayısı 367’iken, üçüncü turda üye tamsayısının salt çoğunluğu yeterliydi. AK Parti’nin adayı ise 24 Nisan 2007 tarihinde belli oldu, Başbakan Erdoğan grup toplantısında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olacağını açıkladı.

Muhalefet, medya ve ordu tepkiliydi. Bu tepkinin en yaygın sebebi,  barajı nedeniyle temsilde adalet ilkesinin zedelendiği bir meclisin Cumhurbaşkanı seçmesinden dolayı duyulan demokratik endişe değildi. Nitekim Avrupa Birliği üyelik sürecini ve demokratikleşme reformlarını yürüten Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, olası isimler arasındaki en uzlaşmacı ve ılımlı siyasetçiydi. Adaylığı açıklanır açıklanmaz ilk ziyaretlerinden birini de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yapmıştı. Gül’ün adaylığına karşı çıkanların asıl derdi Hayrünnisa Gül’ün başörtüsüydü. Çankaya’ya başörtülü bir First Lady’nin gelmesini istemiyor, Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinin laikliği zedeleyeceğini ileri sürüyorlardı.

Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Cumhuriyet gazetesinin en önemli gündemi: Hayrünnisa Gül ve başörtüsüydü (Cumhuriyet gazetesinin deyimiyle “türban”)

“Yaver olan askerler türbanlı bir first lady’e kapıyı nasıl açacak?” tartışmasının dahi yapıldığı, kendini “feminist” olarak tanımlayan kişilerin Cumhuriyet Mitingleri’nde “türbanlı First Lady istemiyoruz” konuşmaları yaptığı bu “gerçeküstü” atmosferde, Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engellemek için muhalefetin elinde pek bir siyasi araç yoktu. AK Parti, meclis oylamasının üçüncü turunda 363 milletvekiliyle rahatça Cumhurbaşkanı’nı seçebilirdi. Muhalefetin elindeki tek dayanak 2006 sonbaharından itibaren başlayan teknik bir anayasa hukuku tartışmasıydı: Bazı hukukçulara göre m. 102’deki 2/3 karar yeter sayısı, aynı zamanda özel bir toplantı yeter sayısıydı; bu nedenle m.96’daki 1/3 toplantı yeter sayısına ilişkin genel hüküm uygulanmamalı, 367 milletvekili ilk oturuma katılmadığı sürece Cumhurbaşkanı seçilememeliydi. Daha önce Özal, Demirel veya Sezer’in Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu denli dile getirilmeyen bu teknik argüman, 2007 yılının gündemini belirlemişti. CHP en başından itibaren bu fikre katılarak oylamaya girmeyeceklerini söylemiş, ANAP ilk başta katılacaklarını belirtip toplantı tarihi gelince açıklanamayan bir “son dakika” kararıyla meclise girmekten vazgeçmişti.

Günün sonunda 27 Nisan 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk oturumuna 361 milletvekili katıldı: 353 AKP milletvekilinden 351, 151 CHP milletvekilinden 1 (Esat Canan), 20 ANAP milletvekilinden 2 (Miraç Akdoğan ve Hasan Özyer), 4 DYP milletvekilinden 2 (Ümmet Kandoğan ve Mehmet Erarslan), 11 bağımsız milletvekilinden 5 vekil (Süleyman Bölünmez, Fuat Geçen, Göksal Küçükali, Hamza Albayrak ve Ülkü Güney). Gül lehine 357 oy çıkmış, seçim ikinci tura kalmıştı. CHP 367 milletvekilinin oturumda olmadığı gerekçesiyle koşa koşa Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve seçimlerin iptalini talep etti. Aynı günün gecesinde TSK, e-muhtıra yayınladı, Cumhurbaşkanlığı seçimini ve laiklik tartışmalarını “endişeyle” izlediğini belirtti.

1 Mayıs 2007 tarihinde Anayasa Mahkemesi de 367 tezini benimsemiş ve ilk tur oylamasının iptal edilmesine sebep olacak bir karara imza attı. Anayasa Mahkemesi üyesi Haşim Kılıç karşı oyunda “tarihe şerh” düşerek mahkeme üzerinde kurulan baskıları yazmış, yaşanan süreci özetlemişti:

Haşim Kılıç’ın tarihe düştüğü şerh

Sonrası ise malum. 2007 erken seçimlerinde AK Parti oyunu arttırmış ve F almış, seçimlerden sonra MHP’nin oturuma girme kararıyla Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı seçilmiş, Anayasa Mahkemesi kararı, muhtıra ve muhalefetin itirazlarına tepki olarak Cumhurbaşkanı’nın halk oyuyla seçilmesini öngören anayasa değişikliği kabul edilmiş; bu “teknik” kriz nedeniyle parlamenter sistemin yarı başkanlık sistemine dönüşmesine giden bir sürecin fitili ateşlenmişti.

2007’den beri Türkiye’de çok şey değişti: 367 krizinin taraflarının tuttuğu saflar, anayasal hükümler, Cumhurbaşkanlığı seçim usulü, hükümet sistemi. Fakat Türkiye’nin kronik sorunları hala değişmedi. Demokratik yollarla seçilen kişilerin görevden alınması, seçim yasakları, parti kapatma davaları hala demokratikleşme hikayemizin kapanmamış yarası. Özneler değişse de demokrasinin önündeki engeller yerli yerinde.

İşin ilginç yanı Türkiye’nin yaşadığı ve içinden bir türlü çıkamadığı bu sorunlar artık bütün dünyanın sorunu. Hatta bir zamanlar “küçük Amerika” olarak adlandırılan Türkiye, 367 krizini dahi son yıllarda artık “büyük Türkiye” olan ABD’ye ihraç etmiş durumda.

Evet, ne Trump’ın Abdullah Gül ile, ne ABD Yüksek Mahkemesi’nin 2007’deki Anayasa Mahkemesi’yle ne de Amerikalı Demokratların Deniz Baykal CHP’siyle yakından uzaktan alakası yok. ABD ordusunun muhtıra yayınladığı, hakimlerin baskı altında hissettiği bir atmosfer de yok. Trump sayısız skandal ve ceza davasıyla başlı başına kendine özgü bir fenomen.

Fakat Trump hakkında istenen siyasi yasak kararı da 367 krizi gibi halkın desteğini arkasına alan bir siyasetçiyi durdurmak adına siyasi araçlar yetersiz kalındığında ortaya çıkarılan teknik ve gerçeküstü bir anayasal tartışma.

ABD Yüksek Mahkemesi’nin Trump’ın Colorado eyaletinde Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığı önseçimlerine katılmasını öngören seçim yasağı kararını ele aldığı davanın adı........

© Serbestiyet


Get it on Google Play