Diyarbakır’da bir Salem mahkemesi
Arhur Miller’ın meşhur tiyatro oyunu Cadı Kazanı, 1692-1693 yılları arasında ABD’nin Massachusetts eyaletindeki Salem kasabasında 29 insanın cadılık suçlamasıyla mahkemede yargılanıp idam edilmesini anlatır.
Aslında Miller’ın anlattığı Salem kasabasındaki cadı mahkemeleri değil, ABD’de 40’lı yılların sonunda başlayan McCarthyci komünist cadı avıydı.
Eğer bu aralar Türkiye’de cesur bir Arthur Miller olsaydı, 400 yıl önceki Salem’deki cadı mahkemelerine benzeyen başka bir mahkemeyi yazardı: Diyarbakır’da başlayan Narin Davası’nı.
Bunun için cesaret gerekiyor, çünkü bu dava, yalan haberler ve neredeyse tamamı boş çıkmış iddialarla kışkırtılmış büyük bir kalabalığın şeytani bir aileyi toplu linç ayinine döndü.
Çok izlenen bir gazetecinin geçenlerde yaptığı yayında söyledikleri bütün bu bilgi çöplüğüyle yaratılan şeytani, cadı aile imajının bir özetiydi:
“Şeytan denen bir varlık var ise eğer onu ete kemiğe büründürüp getirsen, Tavşantepe köyünden kaçar kardeşim. Oradaki ne üdüğü belirsiz bir grup, 80 milyon, 85 milyon kaç saatlik nüfusu Türk vatandaşa dalga geçiyor. Belli ki yanlarına siyaseti de almışlar. Belli ki yanlarına AKP’nin bölgedeki güçlü isimlerinden bazılarını da almışlar. Ama toplumsal baskı o kadar yüksek ki o AKP’nin güçlü isimleri bile bölgedeki konuyu en azından şimdilik görebildiğimiz kadarıyla örtbas etmeye yetmiyor. Savcılık biraz daha detaylara girmiş ve HTS kayıtlarına bakmış. Kimin telefonu cinayet saatinde veya cinayetin işlenildiği düşünülen saatte nerede? diye bakmışlar ve Narin’in evinde bütün bu olan bitenin meydana geldiğini bir anlamda çözmüşler diyeyim. Çünkü suçlanan amca sürekli eve girip çıkıyor. Üç kez eve girip çıkmış. Bütün teyzeler, halalar, amcalar herkes eve girip çıkıyor ve belli ki o sırada evin içinde bir şeyler oluyor. Daha da öteye gitmişler ve su tüketimlerine bakmışlar. Ve o saatte, o olayın olduğu sıralarda, su tüketiminde de büyük bir artış fark edilmiş. Ve o zaman zarfı içerisinde. Ve belli ki evde bir temizlik yapılmış. Keza yine evde DNA buluntularını ortadan kaldıracak bir takım maddeler kullanarak temizlik faaliyeti bulunmuş. Yani şu görülüyor, bu aile çok bilinçli bir katiller sürüsü aslında. Delilleri nasıl kırartacaktığını biliyorlar, nasıl hangi yöntemlerle suçu anonimleştirebileceklerini biliyorlar, nasıl bir dna’nın ortadan kaldırılacak temizliği… her şeyi biliyorlar. yani organize bir kriminal çete gibi davranıyor aile. Vallahi içimden geçen ne biliyor musun? Öylesine şeytani bir köyle karşı karşıyayız ki keşke haritada böyle bir yer olmasa diyorum. Annesin ulan sen, anne, anne. Ve o anne bu suçun ortağı kardeşim ya. Cezaevinde bunları koruyorlarmış, güvenlikleri için falan bir şeyler yapıyorlarmış. Ya ne güvenliği ya? Bunlar insanlıktan çıkmışlar ya.”
Köyün yok olmasını, aile üyelerinin cezaevinde korunmamasını bile savunacak kadar öfkeli ama oturup 12 sayfalık iddianameyi bile okumaya zahmet etmemiş.
İddianamede bütün aile üyelerinin eve girip çıktığı iddia edilmiyor, evde olduğu iddia edilen sadece üç aile üyesi var.
Halıların yıkandığı, su tüketiminin arttığı iddiaları zaten yalan.
Neredeyse bütün mensupları defalarca gözaltına alınmış, üç üyesi müebbetle yargılanan, 6 üyesi daha hapiste olan ailenin iktidar tarafından korunduğu iddiası bomboş. Neden bir küçük kızı öldürmekle suçlanan bir aile korunsun, bu köylü ailenin ne gibi bir özelliği olabilir gibi basit bir sorunun bile cevabı yok.
Zaten bakanlar aileye başsağlığı dilemedi. Mahkemede........
© Serbestiyet
visit website