Trump mı Biden mi?
7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Gazze savaşı ve geçtiğimiz hafta İran ile İsrail arasında yaşanan, bitip bitmediği de henüz belli olmayan kriz bölgedeki tek önemli dış gücün ABD olduğunu gerekiyorsa yeniden teyit etti. Bu krizde ne Çin ne de Avrupa Birliği rol oynamamış, hatta Esat rejiminin başlıca iki desteğinin biri olan Rusya bile Esat’ın diğer destekçisi İran’a arka çıkamamış ve herhangi bir etkinlik gösterememiştir. Batı ülkeleri bekleneceği gibi İsrail’e sözlü destek vermişler, İran saldırısını eleştirmişler, bu saldırıya gerekçe teşkil eden İsrail tarafından Şam’daki İran konsolosluğuna yapılan ve yedi üst düzey İran askerinin ölümüyle sonuçlanan ilk saldırıyı görmezden gelmişlerdir. Tabii bir konsolosluk binasının başka bir ülkeye karşı askerî harekât karargâhı olarak kullanılması teamüllerde pek olmayan bir şey. Herhalukarda 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesinde öngörülmüş bir durum değildir. Dolayısıyla bu binanın meşru bir askeri hedef olup olmadığı hususu en azından tartışmaya açıktır. Ülkemizin kriz konusunda takındığı dengeli ve her iki tarafı itidale davet tutumu çıkarlarımıza uygundur sanırım. Tabii bu arada İran’ın İsrail’e saldırısını eleştirmemiş olması da dikkatlerden kaçmadı.
Bazı yorumcuların iddiasının aksine ABD’nin bölgedeki rolü azalmadığı gibi son olayların etkisiyle arttığı söylenebilir. Aslında geleneksel ABD politikasının hedefi bölgedeki petrol kaynaklarının karşıt bir gücün eline geçmemesini sağlamakla özetlenebilir. ABD petrol açısından kendi kendine yeterli olmaya ve hatta net ihracatçılığa dönüşmeye başladıktan sonra bölgenin kendisi için öneminin azaldığı yorumları sıkça yapılmaya başladı. Hatta eski Başkan Obama, dikkatlerinin Uzak Doğu’ya döneceğini ifade etmiş, Irak’tan muharip güçlerini çekmişti. Trump’un Suriye’deki 900 kadar ABD askerini çekeceği de iddia edilmişti. Biden’in ise 2021 yılında dağınık bir şekilde Afganistan’dan çekilmesi de bölgenin ABD için öneminin azaldığının göstergesi olarak görülmüştü. Trump ile Biden’in belki de nadir ortak noktalarından biri her ikisinin de Çin’i her alanda rakip olarak görmeleridir. Onu sınırlama gayretlerine öncelik vermek istedikleri açıktır.
Ancak bir taraftan Rusya-Ukrayna savaşı, diğer taraftan Orta Doğu’daki son gelişmeler ABD’nin ne kadar istese de Avrupa ve Orta Doğu’dan uzaklaşıp Uzak Doğu’ya yönelmesini engellemektedir. Rusya-Ukrayna savaşında en güçlü askeri malzeme desteği Ukrayna’ya ABD’den gelmektedir. Tamamen Trump’un destekçileri tarafından iç politika saikleriyle ABD Temsilciler Meclisinde takılmış olan Ukrayna’ya 60 milyar dolar tutarındaki askeri yardım paketinin hayatiyeti her fırsatta Ukrayna yetkilileri tarafından hatırlatılmıştı. Geçtiğimiz Cumartesi günü Temsilciler Meclisinde çok küçük bir çoğunluğa sahip Cumhuriyetçilerin ortadan bölünmesi sayesinde paket nihayet kabul edilmiştir. 1-2 gün içinde Senatodan da geçtikten sonra Başkan Biden tarafından imzalanması beklenmektedir.
Trump 2016 yılında ABD siyasi arenasına girdikten sonra ABD dış politikasındaki geleneksel siyaset üstü çizgi bozuldu. Eskiden Başkanlar değişse bile dış politikanın ana hatları değişmezdi. Trump bu geleneği altüst etti. Tamamen bir iş adamının kar-zarar hesabıyla hareket ederek, ABD askeri gücünün kısa vadede getirisini masraflarıyla mukayese etmeye başladı. Güney Kore’de tutulan 30.000 kadar ABD askerinin geri çekilebileceği ümidiyle Kuzey Kore genç diktatörü Kim Jong-un ile tam üç kere görüştü. Kuzey Kore topraklarına sembolik bir şekilde de olsa ateşkes hattını geçerek ayak basan ilk ve şimdilik tek ABD başkanı oldu. NATO’nun ortak hedefi olan milli gelirin %2’sini savunma harcamalarına ayırmayan ülkelere tehditler savurdu, NATO’dan çekilebileceğini duyurdu. Ticari ihtilaflarının bol olduğu AB’ni düşman ilan etti. Başka hiçbir ABD Başkanının yapmadığı ölçüde İsrail’deki en aşırı görüşlere destek verdi, örneğin seleflerinden farklı olarak Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanıdı ve Büyükelçiliğini oraya taşıyan çok az sayıdaki ülkelerden biri onun........
© Serbestiyet
visit website