menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Salaten Tüncina

16 0
15.07.2024

Diyorlar ki yazarı Ruşen Eşref’in hiç bilmediğim, duymadığım, oldukça önemli ve bir o kadar ilginç, risale denebilecek, elli sayfalık bir kitapçığıyla karşılaştım: Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki (Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990).

Ruşen Eşref, kitapta, tıpkı Diyorlar ki’de olduğu gibi, Çanakkale Savaşı’nda bizzat bulunmuş asker ve zabitlerle bir tür mülakat denebilecek, yarı-yapılandırılmış gibi gözüken görüşmeler yaparak söylenenleri olduğu gibi kayda geçiyor.

Konuşanların şivelerine, deyiş biçimlerine karışmaksızın, çok gerekirse parantez içi açıklamalarla yetiniyor. Kitabı yayıma hazırlayan Uluğ İğdemir, “Kitaptaki mülakatlar kahramanların ağızlarından çıktığı gibi not edilmiş, yazarın kendisi tarafından bunlara bir tek kelime katılmamıştır.” (s.viii) diyerek belirtiyor çalışma şeklini.

Bu yapılana, “bir tür mülakat” diyorum zira görüşmenin ulaşmak istediği belli bir amacı varmış gibi gözükmüyor. Daha çok, bu olağanüstü -insan-üstü de denebilir pekala!- tecrübeyi yaşayan insanların anılarına duyulan büyük saygıyla, anlatılan her şeyin eşit ölçüde değerli olduğunu bilerek, sözün nereye gittiğine hemen hiç karışmaksızın, sözlü tarih gibi çalışıyor Ruşen Eşref. Bir yerde, “Gel hemşehri, şöyle yanıma yaklaş dedim” dedikten sonra, Ayaşlı er, Ecir Bin Mustafa’yla nasıl görüştüğünü şöyle anlatıyor: “Ecir bin Mustafa, muhayyele ve muhakemesi henüz olgunlaşmamış bir çocuk zihnine biriken hatıraları ve tahassüsleri atlıya atlıya naklediyordu. Ben de keyfine değmiyordum.” (s.5).

Çanakkale Savaşı’na katılan Türk ya da yabancı askerlerin, tanıklık etmiş muhabir, gazeteci ya da doktor-hemşire gibi sivil kişilerin hatıraları yok değil elbette. Yeni Zelanda, İngiliz, Fransız, Türk askerlerine ait hatıra kitapları yayımlandı, bazıları oldukça meşhur da oldu. Bazılarıysa her okuyanın içine saplanan bir yer edindi (Bunu yazınca aklıma hemen, 21 yaşında şehit olan İbrahim Naci’nin tuttuğu günlüklerden oluşan Allahaısmarladık kitabı (Yeditepe Yayınları) geldi. Ve onun şu satırları: “Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patladı…Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allah’a ısmarladık…”).

Hatıra kitaplarının yanı sıra, çoğunlukla bu eserlere dayalı yarı-kurgu metinler de ortaya çıktı. Romanlar, hikayeler, destanlar yazıldı. Farklı kaynakların olması önemli çünkü bu sayede, nesnelliğe ulaşmak daha mümkün. Ancak yine de bu kaynakların çoğu -neredeyse tamamı hatta- kişilerin anılarını, yaşadıklarını ve tanıklıklarını kendilerine göre kaleme aldıkları metinler. Bu yönüyle hala hayli kişisel olduğu söylenebilir.

Ruşen Eşref’in kitabı ise, başka biri tarafından sorulan sorulara verilen cevaplar olması bakımından farklılık arz ediyor. Bu şekilde yazılmış eser bildiğim kadarıyla hayli az. Şu bile denebilir ki bu tür bir mülakat yapılmasa, birçoğunun kendi başına hiçbir zaman yazmayacağı ya da dile........

© Serbestiyet


Get it on Google Play