Mardin ve Molla Said!
Mardin, taşın konuştuğu, taşın gülümsediği taştan şehir! Mezopotamya Ovasını, konduğu zirvede süzen kartal heykeli, göğsünde insan yaşayan, hayat fışkıran taştan heykel. Camilerin, kiliselerin, şapellerin, medreselerin, manastırların iç içe yaşadığı kadim belde, yekpâre saray. Arablar, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Yezidiler bu kadim şehrin çok eski hikâyeleri, bin yıllık efsaneleri. Burada herkes, bir parça Müslüman, bir parça Hıristiyan, bir parça Yezidi. Birbirinin içinde erimiş müşterek bir irfânı yaşayan, müşterek bir dili konuşan insanların şehri Mardin.
Ne Bitlis'e benziyordu Mardin, ne de Van veya Siird'e. Belki bir Parça Tillo'yu hatırlatıyordu ama sadece kesme taşlardan kaynaklanan zayıf bir tedai idi bu. Küçük kusurları, şehrin büyük güzelliği farkedilsin diye, bir kasdın eseri olarak, mahsustan atlanmış, hatta bilerek işlenmiş gibi duran, büyükçe bir mücevherin ışıltı ve âhengine sahibdi. Taş, balçık uysallığıyla ustaların mahir ellerinde şekillendikten sonra sertleşmiş, zamana öyle meydan okumuş gibiydi. Başka türlü bu pahalı Hint kumaşı havası, bu çok ince düşünülmüş, çok ince işlenmiş Acem minyatürü görüntüsünü sert taşa işlemiş olmak mümkün görünmüyordu. İlk bakışı derin bir aşka dönüştürüyor, zebun ediyordu şehir.
Kale, kartalın başını teşkil ederek şehrin slüetini tamamlıyordu. Kalenin bağrından fışkıran su, taştan yer altı kanalları ile câmi, medrese, kilise ve konaklara dağılıyor; köşe başlarının........
© Risale Haber
visit website