Fesih Süreci ve Sorumluluk Dili
- ADNAN BOYNUKARA
- 28 Temmuz 2025
Türkiye hem siyasi sistem hem de toplumsal bilinç açısından yeni bir dönemin eşiğine gelmiş durumda. Bu dönemin ruhu da siyasal olgunlukla birlikte topluma güven veren, ülkenin çıkarlarını gözeten, süreci sahiplenen, karşılıklı sorumluluk ilkesini temel alan yeni bir dilin inşasını zorunlu kılıyor.
“Dil bir köprüdür; yıkan da, kuran da insanın kendisidir.”
(Anonim)
Türkiye, uzun yıllardır taşıdığı ağır bir toplumsal meselenin çözümüne dair yeni ve umut vadeden bir dönemin eşiğinde. PKK’nın silah bırakması ve kendisini feshettiğini ilan etmesi, terör sorununun fiilen sonlandığına dair en açık işaret. Bu gelişme, yalnızca güvenlik alanında değil, siyasetin, toplumsal uzlaşının ve demokratik geleceğin şekillenmesinde de tarihî bir dönüm noktasını işaret ediyor.
Aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) süreci yasal bir zemine oturtmak amacıyla komisyon kurması, siyasal sistemin bu gelişmeyi ciddiyetle ele aldığını gösteriyor. Atılan her adım, silah bırakma ve fesih sürecinde tarihî bir kırılma anını temsil ediyor. Türkiye hem siyasi sistem hem de toplumsal bilinç açısından yeni bir dönemin eşiğine gelmiş durumda.
Sürecin Kaderini Belirleyecek Unsur: Kullanılan Dil
Tarihî adımların atıldığı bu dönemde en çok öne çıkan ve hayati önem kazanan konu, kullanılan dildir. Gelinen aşama, sürece yön veren aktörlerin dili nasıl kullandığının ne kadar belirleyici olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ancak siyasi iletişimdeki sorumluluk duygusu, kimi zaman zayıflamış bir görüntü veriyor. Ülke, siyasal ajandalar ekseninde kısır döngülere çekilmeye çalışılıyor. Karşımızda sorumluluk almadan meselenin çözümünü bekleyen bir ruh hali var: Düzenli aralıklarla yapılan yönlendirmeler, “Artık sıra şunda” ya da “Şu konuda adım atılmalı” gibi buyurgan ve tek yönlü ‘talimat’lar.
Eskilerin dediği gibi, “Usul esasa mukaddemdir.” Üslup da usule mukaddemdir. Yani böyle hassas ve kritik bir dönemeçte hem öncelikleri doğru sıralamak hem de makul ve mümkün olanı konuşmak gerekir. Getto psikolojisine hapsolmuş, süreci örgütsel kazanım çerçevesinde değerlendiren bir dil yerine; nihai hedef olan normalleşmeyi, kolektif bir kazanım olarak sunan pozitif bir dil kurulmalı. Asıl yaratıcı katkı ve süreci ileri taşıyacak tutum budur.
Açık olan şudur: Eski dilin terk edilmesi artık zorunludur. Çünkü bu dil, geçmişte oluşmuş bir hafızanın ve alışkanlığın taşıyıcısıdır. Oysa yeni bir dönemi eski ezberlerle kurmak mümkün değildir. Bugün, ezberlerimize yaslanarak bir kamusal söylem oluşturma zamanı değil. Aksine, ezberleri bozan, ortak geleceği önceleyen bir söylem kurma sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
Taraflara sürekli görev yükleyen, “biz ve ötekiler” ayrımına dayanan söylemler, kaçınılmaz olarak toplumsal ve siyasal tepki üretir. Oysa şu anda bir badireyi hep birlikte geride bırakmak ve ortak bir geleceği birlikte inşa etmek gibi tarihsel bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu hedefe uygun, sağduyulu ve kapsayıcı bir dil inşa edilmelidir. Ve bu sorumluluk, özellikle süreçte rol alan ya da almak isteyen tüm aktörlerin omuzlarındadır.
Yine bu çerçevede, silah bırakmış ve kendini feshetmiş örgüt üyelerine ilişkin düzenlemeler üzerinde çalışacak komisyona dair ortaya atılan şartlar, kimi zaman çerçevesi belli bir yapıya ülkenin tüm sorunlarını havale etmeye kadar varan yaklaşımlar içeriyor. Bu, süreci sağlıklı bir zeminden uzaklaştırabilir.
Hâlbuki yol haritasına dair detaylar taraflar arasında çoktan konuşulmuş; iletişim kanalları açık. Buna rağmen ısrarla sürdürülen ‘talimat’ dili, sürece zarar verebilir. Hatta toplumsal desteği aşındırabilir. Bunun da ötesinde, kamuoyunda yanlış algıların oluşmasına........
© Perspektif
