Nereye gitti o ekmekler?
Mutfak tüpünün karaborsaya düşüp, boş tüplerin bahçelerde toza toprağa karıştığı, çocukların elinde oyuncak olduğu yıllarda müstakil evlerde oturanlar kısmen şanslı sayılırdı. Zira iki karış arayla yan yana getirilmiş iki taş bir ocak hükmü kazanır, çalı çırpı ile yakılan ateşte yemekler pişirilir, çamaşır kazanları kaynatılabilirdi. Evlerin, “Hayat” denilen avlusunun bir kıyısında rüzgârdan etkilenmeyecek şekilde tuğladan, taştan, briket ya da kerpiçten örülmüş ocaklar olurdu. Ocak tandırın bulunduğu yerin üzeri sac ya da tahta ile örtülerek hem yağmur ve kardan korunması hem de her mevsimde kullanılması sağlanırdı.
Budama mevsiminde ağaçlardan kesilen ince sürgünlerin, çay boylarında kuruyan ya da yola uzanıp geçişe engel olan iğde dallarının kesilmesiyle oluşan atıklar ocaklarda yakılmak için idealdi. Bundan başka, besi çardaklarından alınan hayvan gübresi, yaz mevsiminin sıcak günlerinde su katılarak yumuşatılır, boş arsalarda oval şekiller verilerek “Tezek” ve “Yapma” denilen yakıtlar üretilirdi. Tezek, kömür gibi güçlü kaloriye sahip olmadığından ağır, içli yanar, soba tutuşturmak için kırılıp, kömürün altına da koyulurdu.
Güz yaklaşıp gökyüzünde yağmur bulutları dolanmaya başladığı zamanlarda, tezekler kurumuş olur, odunluk ya da kömürlük denilen örtmelerde istiflenirdi. Kalabalık nüfusa sahip bazı ailelerin tezekleri çok olur, üzerini ve büyük naylonla bürüler, yani kapatır ve ıslanmaktan korurdu. Çamaşır makinasının henüz hayatımıza dâhil olmadığı dönemlerde, bahçelerde ocak üstüne kurulan kazanlarda kaynatılan su için en hesaplı yakıt tezekti. Sobadan başka, bahçe ocaklarında pişirilecek yemek ve ekmek ateşinde de tezek yaygın olarak kullanılırdı.
Her gün bakkaldan ekmek alınmaz, herkes kendi ekmeğini yapardı. Farklı yörelerden göç edip gelmiş ailelerin ekmekleri birbirinden farklılık arz ederdi. Mesela Çayırbağlı Kadriye abla, Fadim abla, Havva abla ve Dudu abladan sonra mahalleye gelen Tulassalı Selman teyzenin tandırı vardı. Derbent’te yaygın olarak; etliekmek fırınına benzeyen fırınlarda, “Furun ekmeği” ve sac üzerinde bazlama yapıldığından biz tandıra yabancıydık. Kozlulu Şerife ablalar da bazlama ile birlikte şebit, yerel dile Yuka denilen Yufka’ya aşina idi.
İncecik ve sacın tamamına yayılacak kadar geniş açılan şebitler kurutulduktan sonra üst üste konur yani kayılarak istiflenir ve dış etkilerden korunması için de üzeri bezle örtülürdü. Şebit, çıtkırıldım bir yapıya sahip olduğu için kuru şekilde, cips gibi yenmesi halinde epeyce döküntü oluşurdu. İş bilen kadınlar, öğün saatine yakın zamanda, yeteri kadar şebiti tek tek hafifçe su serpip ıslatır, yumuşadıktan sonra da makul şekilde katlayarak sofraya getirirdi.........
© Önce Vatan
visit website