KOD ADI “ZAFER BEY”
Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yılını kutladığımız şu günlerde, o kutlu güne uzanan yıllarda neler yaşandığına ilişkin anılarını paylaşan bir diğer efsane isim de, gazetemizde yazılarını ilgiyle okuduğumuz E. Tümgn. Cumhur Evcil’dir.
Cumhur Paşa, ZAFER BEY kod adıyla, 1974 öncesinde Kıbrıs Türkü’nü örgütleme çalışmaları içinde olmuş, Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT) bağlı olarak kurduğu MOHAÇ AKINCILARI kahramanlarıyla inanılmaz başarılar gerçekleştirmişti. Derme çatma silahlarla Kıbrıs Türkü’nü korumaya çalıştıkları o karanlık günlerde Rumlar, “Bekledim de gelmedin” şarkıları söylerken MOHAÇ AKINCILARI’na söz vermişti Cumhur Paşa: “Birgün Türk ordusu mutlaka gelecek ve ben o gece elimde MOHAÇ AKINCILARI flamasıyla atlayacağım uçaktan..”
Ve sözünü tutmuştu Cumhur Paşa; Kıbrıs Barış Harekatı’nın gerçekleştirildiği 20 Temmuz 1974 gecesi paraşütünü açıp atladığında, elinde MOHAÇ AKINCILARI flaması vardı.. “Şu Çılgın Türkler” kitabına eklenecek bir sayfadır bu atlayış...
“KIBRIS BARIŞ HAREKATI”NIN 50. YILI
“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde buluduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” Atatürk
50 yıl önce, 20 Temmuz 1974 sabahında, savaş tarihinin “en başarılı hava indirme harekatı” olarak nitelediği bir askeri operasyonla tarihin akışını değiştirmiştik. Bu yıl, haklı bir gururla, “Kıbrıs Barış Harekatı”nın 50’nci yılını kutlamaktayız.
“Kıbrıs Barı Harekatı” Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtdışına yönelik ilk askeri operasyonudur; bir şahlanış destanıdır. Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunduğunu öğrendiğinde, dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi, “Türkler dünyanın anladığı dilde konuşmaya başladı” demişti. Tarihin her döneminde Türkler, “bıçak kemiğe dayandığında”, düşmanının anlayabileceği dille konuşmayı başarmıştır.
1974 yılının 20 Temmuz sabahında, Birleşmiş Milletler onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarından kaynaklanan garantörlük haklarımızdan yararlanarak, EOKA Rum çetesinin Kıbrıs Türkü’ne yönelik soykırıma varan katliamlarına ebediyen son vermek amacıyla gerçekleştirdiğimiz “Kıbrıs Barış Harekatı”yla Kıbrıs Türklerini özgürlüğe kavuşturduğumuz gibi, Yunanistan’ın yeniden demokrasiye geçmesini sağlamış olduk.
Yıllar yılı Toros Dağları’na hüzünle, ama hiç tükenmeyen umutla bakan Kıbrıs Türkleriyle, “Bekledim de gelmedin” şarkısını söyleyerek alay eden Rumlara, reperatuarımızda,“Bu kadar yürekten çağırma beni, Bir gece ansızın gelebilirim” şarkısının da olduğunu hatırlatmış olduk. Aynı günlerde Yasemin Kumral’ın “Girne’den yol bağladık Anadolu’ya” şarkısı milli marş gibi söylenir olmuştu.
Kıbrıs Türkü’ne yönelik saldırıları önlemek amacıyla, 1964 yılında da yapmayı planladığımız müdahale, dönemin ABD Başkanı Johnson tarafından engellenmişti. Bu olay yakın tarihimizde “Johnson Mektubu” olarak anılır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektup, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış bir ültimatondu. O nedenle bu mektup, “ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan ilk pürüz” olarak nitelenir. İnönü, bu mektuba tepkisini,”Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini bulur” diyerek dile getirmişti.
KIBRIS, PARTİLERÜSTÜ BİR KONUDUR
Kıbrıs konusunu son günlerde siyaset sahnemizde yaşanmakta olan polemiklerden bağımsız değerlendirmek gerekir. Çünkü, bugünkü konjonktürde Kıbrıs, Türkiye açısından, her zamankinden çok daha önemli ve partilerüstü bir konudur.
Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yılı dolayısıyla KKTC’de yapılacak törenlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, siyasi parti liderlerleriyle birlikte KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la yanyana durarak oluşturacakları tablo üzerinden dünyaya verecekleri mesaj, Çin’in “Kuşak ve Yol” projesi bağlamında küresel iderlik mücadelesi yaşayanlar ve Kıbrıs’ı küresel finans sisteminin merkezi yapmayı hedefleyenler tarafından dikkatle not edilecektir.
20 Temmuz 1974 sabahı gerçekleştirilen “Kıbrıs Barış Harekatı”, Türkiye’nin gerektiğinde, dünyanın anlayacağı bir dille konuşabileceğinin en güzel örneklerinden biridir. Türk askeri, “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı”, “Barış Pınarı” ve “Pençe-Kilit” operasyonlarıyla vatanını savunma korusunda ne kadar duyarlı olduğunu göstermiştir ve göstermektedir. Kıbrıs da Türk’ün öz vatanıdır; Kıbrıs tarihin hiçbir döneminde Helen adası olmamıştır. Kıbrıs davası, Denktaş’ın ifadesiyle, “Türkiye’nin en haklı olduğu bir davadır.” Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarımızı sonuna kadar savunmakta kararlıyız.
1878 SONRASINDA KIBRIS
Osmanlı İmparatorluğu, 1571’de Lala Mustafa Paşa tarafından fethedilen Kıbrıs’ı,1878 yılında 50 yıllığına İngilizlere “kiramak” zorunda kalmıştı. 1920’de, kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala Kıbrıslı Rumlar, Ada’yı Yunanistan’a bağlamak amacıyla plebisit yapmaya karar vermişler, fakat Ada’yı 1914 yılında ilhak eden İngiltere tarafından engellenmişlerdi. Bunun üzerine, Rumların başlattıkları bağımsızlık hareketi, 1960 yılında, BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmaları uyarınca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına ve İngilizlerin Ada’dan çekilmelerine kadar sürmüştü. Londra ve Zürih anlaşmaları Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a Kıbrıs Cumhuriyeti konusunda garantörlük hakları tanıyordu.
Rumlar, İngilizlerin çekilmeleri sonrasında, Kıbrıs’ın tek sahibi olabilmek amacıyla, kurdukları EOKA çetesiyle Türklere yönelik saldırılar düzenlemeye başladılar. Rumlar Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını, Türkler ise Ada’nın Türkiye ve Yunanistan arasında paylaşılmasını istiyorlardı. Nüfus oranına göre Türklere yönetimde fazla pay verildiğini savunan Rumlar, adını bir Yunan efsanesinden alarak hazırladıkları Akritas Planı uyarınca, Kıbrıs Anayasası’nda değişiklikler yapılmasını istiyorlardı.
Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapmayı hedefleyen Akritas Planı’nı Türklere kabul ettirmek amacıyla EOKA çetesi tarafından düzenlenen saldırlar giderek arttı. Kıbrıslı Türklerin anavatanın desteği ile kurdukları Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), EOKA çetelerinin saldırılarını önleyemiyordu. 24 Aralık 1963 gecesi Rumlar, Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ile çocukları Murat, Kutsi ve Hakan’ı Lefkoşa’daki evlerinin banyo küvetinde acımasızca katlettiler. Kıbrıs tarihinde “Kanlı Noel” olarak anılan bu olay üzerine Ada’daki Türk birliği kışlasından çıktı, Girne-Lefkoşe yolunu denetim altına aldı ve bu denetimini 20 Temmuz 1974’daki Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar sürdürdü.
VE 20 TEMMUZ 1974 SABAHI..
15 Temmuz 1974 sabahı, Yunan cuntasının desteklediği EOKA Lideri Nikos Sampson’ın, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla, Enosis hareketi öncülerinden Makarios’a karşı darbe yaptığı ve yönetimi ele geçirdiği haberi Ankara’ya ulaşınca, bu gelişmenin bir askeri müdahaleyi gerektirecek kadar ciddi olduğunu değerlendiren Türkiye hazırlıklara başladı.
Dönemin Başbakanı Ecevit, Londra ve Zürih anlaşmalarından kaynaklanan müdahale hakkımızı kullanmadan önce, diğer garantör devletlerden İngiltere ile görüşmek üzere Londra’ya gitti. İngiliz Başbakanı Harold Wilson, Dışişleri Bakanı James Collaghan ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco ile görüşen Ecevit’in, “birlikte müdahale edelim” teklifi kabul görmedi.
Yıllardır Ada’daki gelişmeleri yakından izleyen Türkiye, bu aşamadan sonra Kıbrıs Türklerini Rumların insafına terkedemezdi. 20 Temmuz şafağında Kıbrıs semaları, uçaklardan “Ya Allah!” diyerek atlayan askerlmizi taşıyan paraşütlerle papatya tarlasına dönüşmüştü. “Bu kadar yürekten çağırma beni; bir gece ansızın gelebilirim” diyen Türk askeri sözünü tutmuştu ve “Türkiye dünyanın anladığı dille konuşmaya başlamıştı”.
Kıbrıs Barış Harekatı, BM Güvenlik Konseyi’nin “ateşkes” kararıyla 22 Temuz’da durduruldu; taraflar arasında barış görüşmeleri yapılacaktı. Fakat, Cenevre’de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katılımıyla yapılan müzakerelerden herhangi bir bir anlaşma çıkmayınca, Türk heyetine başkanlık eden dönemin Dışişleri Bakanı Hasan Güneş, Ankara’yla yaptığı telefon........
© Önce Vatan
visit website