menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

MUSTAFA KEMAL YILMAZ’IN MÜCADELE DOLU HAYAT ÖYKÜSÜ...

22 20
11.01.2024

‘’ÖĞRETMENLER TEK BİR ÇATI ALTINDA TOPLANMALI, Öğretmen evleri mutlaka kurulmalı fikrini ilk ortaya koyan kişi idi Mustafa Kemal YILMAZ…’’

5 Nisan 1933 de Konya Bozkır ilçesinin Yelbeyi köyünde, Fatma ve Hasan Yılmaz çiftinin biri kız dördü erkek beş çocuğundan üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası ‘Barut Hasan’ lakabı ile bilinir. Dedesi Ali Onbaşı da köyün ileri gelenlerinden ve Delibaş isyanlarında köyü koruyan isimlerden birisi, bir kuvvacı idi Babası savaştan sonra sakinleşen hayat düzeni içinde köyde çiftçilikle uğraşmaktaydı.

1933 yılıdır doğumumdan hemen bir kaç gün sonra köye bir Nahiye Müdürü gelir. (Köy Sarıoğlan nahiyesine bağlı bağlı şirin bir köydür, babası Hasan Yılmaz o yıllarda köyde Muhtarlık yapmaktadır.) Hasan Yılmaz’a sorar ‘muhtar oğlanın adını ne koydun?’

“Mustafa koydum” deyince ‘Kemal’i de ilave et’ der ve Kemal de ilave edilip adı Mustafa Kemal olur .

Babası Ulu önder Atatürk’ün ismi olan Mustafa Kemal adını üçüncü erkek çocuğuna bu şekilde koymuştu.

Kemal Yılmaz Kuşak olarak Birinci Dünya Savaşı’nı gören sonra da Kurtuluş savaşı ile Cumhuriyet ile bazı sosyal ve siyasi değişimler yaşayan, arkasından da İkinci Dünya Savaşı’nın tüm dünyayı ve özellikle Türkiye’yi saran yoksulluğunu sıkıntılarını yaşayan bir neslin çocuğudur.

Mustafa Kemal Yılmaz acı ve hüzün dolu yaşantısından bir bölümü bakın nasıl anlatıyor…’’O yıllarda cumhuriyetin yeni kurulmuş olmasının sıkıntısı, sonraki yıllarda Birinci Dünya Savaşı’nın patlaması genç cumhuriyetimizin kendini korumak amacıyla tüm sınırlarını dünyaya kapatmasının da etkisi ile meydana gelen yokluk,yoksulluk tüm ülkede olduğu gibi köylerde de daha çok hissediliyordu. KARNELİ YAŞAM da başlamıştı. Köyümüz bir Dağ köyü olduğu için öyle ahım şahım bir geçim refahlığı yoktu; dağlarda biten bazı otlar vardı. O otları toplarız, anam otları yıkar sonra haşlar hamurun içine karıştırır, ekmek yapar bu ekmeğe OT EKMEĞİ denirdi… İşte o devri yaşayan babalarımız bir karar verir. Babam kendisini yetiştirmiş, askerliğini çavuş olarak Antalya’da yapmış bir insandı. “Çocuklarımızın hepsini okutacağım” der ve kendi kendine söz verir, zaten köyümüzde de ilkokul bile yoktu.

Anadolu’da Babam Beni okula kayıt ettirdiğinde 11 yaşında idim. İmece usulü Köyde 11 yaşına kadar davar sığır gütmeye gidilirdi. Sıra bize gelince ağabeyim ve ben Anamın çıkınladığı azığımız belimizde davar veya sığır önümüzde dağa gideriz… Mehmet Ali isminde bir köylüm askerlik yaparken öğrendiği okuma yazmayı bana öğretti. Okula gitmeden önce de okuma yazmayı öğrenmiştim.hem okur hem yazar olmuştum.

Ekin harman zamanı ise ailemizle birlikte köyün en ağır işlerinde çalışırdık Ve hayatımız öyle devam eder. Gerçi ilkokul ve öğretmen okulu sıralarında da bu devam eder, kışın okul yazın iş; işten kurtuluş yok yani…

Köy Enstitüleri kırsaldaki aile çocuklarının okuması ve Türkiye’nin kalkınmasına katkıda bulunması açısından çok önemli bir projedir. Köy Enstitülerine kayıt olabilmek için köy okulu mezunu olmak gerekiyordu. Oysa biz ilçe merkezinde okumuştuk. Köy okulundan diploma almamız gerekiyordu, ben babamın dostu bir aile yanında kalarak Çumra ilçemizin APA köyündeki ilkokula nakil oldum ve ilkokul diplomamı oradan alarak böylece bir köy ilkokulunu bitirmiş oldum…

Öğretmenlerimiz Türkiye şartlarına göre tam bir idealist insan yetiştirme gayreti içerisinde idiler. Öğretmen Müdür müdür yardımcılarımız ve öğretmenlerimiz okula ait bir demirbaş zarar gördüğünde bütün öğrencileri meydana toplar “Bu millet malı, nasıl zarar verirsiniz bunda tüyü bitmedik yetimin hakkı yokmu ?” diye tüm öğrencileri hem azarlar ve hem de onlara nasihat ederlerdi… Böylece ‘’Milli serveti koruma üzerinde bu hassasiyeti öğrenciler üzerinde kazandırmaya çalışırlardı.’’

O devrin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Köy Enstitülerini 6 yıla çıkartarak öğretmen okulları ile eşleştirmiştir. Aslında şehir öğretmen okulları köylere gitmemekte, köylerde öğretmensiz kalmakta idi. İşte Köy Enstitüleri’nin kuruluş gayelerinden birisi buydu. Amacına ulaştı mı? Kapanmasaydı da daha akademik hale getirilseydi. Ve o idealle öğretmen yetiştirmeye devam edilse idi acaba eğitim dış etkilerden daha mı çabuk kurtulurdu diye de diye düşünüyorum. Şunu kabul etmek gerekir ki eğitimimiz hala ileri güçlerin, kalkınmış devletlerin etkisi altında. Globalleşen dünyada güç sahibi ülkeler kalkınmakta olan ülkeleri ve insanlarını denetimleri altında idareye çalışmaktadır. Bu da dünyanın nereye doğru götürüldüğünün bir göstergesi olsa gerek… Bundan da galiba kimliğini, milli varlığını milli benliğini, inançlarını, Türklüğünü bilen ve daha doğrusu yaşayan bireylere bundan oluşan millete şiddetle bugün her zamandan daha fazla ihtiyacımız vardır, bunu da tespitte yarar görüyorum.

Köy Enstitüleri ilk defa açıldığında köye öğretmen, sağlık memuru, Ziraat teknisyeni, hemşire yetiştirmek üzere açıldı. Bir süre bu program uygulandı, öğretmen mezun olup köye döndüğü zaman çiftçilik ile geçinen köylüye örnek olmalı idi. Tarlasının nasıl işleneceğini nasıl daha çok verim alınacağını bilmeli, uygulama ile köylüye göstermeliydi. İlk mezunlarda öğretmenlere köyde bir miktar tarla verilerek uygulamalı bir şekilde hayata geçirildi.

İnşaat işlerinde, ziraat işlerinde olduğu kadar becerikli bilgi sahibi insanlar köy öğretmeni olarak gönderildi ve onlar da o yerlerin yapımında imarında da öncülük yaptı. Bu hal 1941-1942’lere kadar devam etti ancak hayat şartları ve dünya konjöktörü içerisinde bilgiye, genel kültüre de daha çok ağırlık verilmeye başlandı.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti oy toplamak kaygısı ile “Köy Enstitüleri kapatacağız, kızlarla erkeklerin bir arada da okumalarını önleyeceğiz” gibi propagandalara girdiler ve 1950’den sonra maalesef KÖY ENSTÜTÜLERİ tamamen kapatıldı öğretmen okullarının içerikleri değiştirildi.

İlk öğretmen olarak görev yerim Hatunsaray nahiyesine bağlı Detse köyü idi. Detse’de öğretmenken Hatunsaray nahiyesi müdürü Konyalı ağazadelerden Abdurrahim ve Konyalı avcılardan Fatma Konya’nın kızı Emine hanımla evlendim.

Bu evlilikten üç çocuğumuz dünyaya geldi. Metin, Mefkure ve Meşkure.

3 sene Detse, 3 sene Hatunsaray İlkokul ve baş öğretmenliğimden sonra Bursa Eğitim Enstitüsü öğrencisi oldum İlk şiir kitabım ‘ikindi çağrıları’nı ithaf ettiğim edebiyat........

© Önce Vatan


Get it on Google Play