menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Rakiplerini parmağında oynattı... Kissinger dünyayı nasıl yönetti

25 1
03.12.2023

Büyük devlet hatta sadece bölgesel bir güç olabilmek için bile gerekli ön koşul ne finans, ne doğal kaynaklar ne de silahlı güçtür, esas olarak devleti yönetenlerdeki “gri malzeme” yani beyin gücüdür. Ve de sıradışı diplomatları ancak liyakata dayanan bir sistem ön plana çıkarabilir.

ABD İLE ÇİN’İ BİRLEŞTİRDİ

Yahudi kökenli bir Alman olan Kissinger’i dünyaya tanıtan gelişmeler dizisi sportif bir olayla başladı. 7 Nisan 1971’de Japonya’nın Nagoya kentindeki uluslararası masa tenisi şampiyonasında Çin Federasyonu Başkanı Sung Çung, Amerikan Federasyonunu bir dizi maç yapmak üzere Çin'e davet etti. Tam 3 ay sonra Kissinger’i büyük bir gizlilik içinde Çin’e getirecek olan diplomatik balenin kamuoyuna açık ilk adımı böyle atılmıştı.

O dönemde ABD Başkanı Nixon’un Özel Danışmanı olan Kissinger’in Çin Başbakanı Çu Enlay ile birlikte başlattığı Çin-Amerikan ilişkilerinin dünyanın çehresini değiştireceğini ondan başka hiç kimse tahmin edemezdi. Ama öyle oldu.

ABD’nin sağcı lider Çan Kay Şek’i desteklediği 1949 Çin Devrimi’nden ve özellikle Kore Savaşı’ndan sonra iki ülkenin ilişkileri hep düşmancaydı. Başkan Nixon ve onun iki fikir önderi Senatör McCarthy ve Foster Dulles tarafından geliştirilmiş sağcı öğretiye göre Çin, komünizmin en şeytani simgesiydi. Çin ve Maocu komünistler için ise ABD baş düşman, büyük şeytan ve kâğıttan kaplandı. 1971’de bu iki ülkenin bırakınız dostluğu diplomatik ilişki kurması bile hayaldi. Oysa böyle bir birliktelik o zamana kadar iki kutuplu olan dünyayı bir üçgen diplomasisine ve en sonunda Sovyet blokunun yıkılmasına kadar götürecekti. Ama bunu bilmek ve öngörmek gerekirdi ve “reel politika” hayallere, dogmatik ya da dinsel hedeflere göre değil ülke çıkarlarına uygun olarak yürütülürdü.

Nixon 1967’de “Kızıl Çin tehdit ediyor, bu tehdit açık, belirgin ve ısrarlıdır” diyordu, Mao ise “Amerikan emperyalizmi dünya halklarının en saldırgan düşmanıdır” şeklinde konuşuyordu. Tabii bu söylemlerin arkasında bu iki lideri körü körüne takip edenlerin bilmedikleri ve asla akıllarına gelmeyecek başka gerçekler saklıydı.

Kissinger’in tarih sahnesine çıktığı 1960’ların sonu ve 1970’lerin başlarında dünyada önemli bir çoğunluk Batı’nın artık temellerinden sallandığını zannetmekteydi. Öyle ya Rus ordusu Avrupa’nın tam ortasına Çekoslovakya’ya kadar gelip rahatlıkla darbe yapabiliyordu. O dönem Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ABD aleyhtarlığı zirvedeydi. Vietnam başta olmak üzere Hindiçin ülkeleri başkaldırmıştı. Dünya ülkelerinin ezici çoğunluğu ya Üçüncü Dünyacı ya sosyalistti. Batı ülkelerinde ise gençlik ve özellikle üniversite gençliği ayaklanmıştı.

Tüm yüksekokullarda Vietnam ve Filistin rüzgârları esmekte, hatta örneğin 1968’de Batı Almanya’daki 108 adet Üniversite’de gençler Doğu Almanya’nın Batı tarafından tanınması için oturma grevleri yapmaktaydı. Şimdi şu soruyu soralım: Bu eyleme katılan, destek imzaları veren, analizler hazırlayan ünlü entelektüellerden hangisi çok değil aşağı yukarı 20 yıl sonra Doğu Almanya’nın ortadan kalkıp Batı’yla birleşeceğini tahmin edebilirdi. Öyle düşünen bir-iki kişi çıksa bile o tarihte herhangi bir Alman üniversitesinde böyle bir öngörüde bulunmak “faşist” hatta “Nazi” olarak damgalanmak için yeterliydi. Ama işte Kissinger onlar gibi düşünmüyordu, o kalıplarla hareket etmeyen ve beynini çalıştıran biriydi.

REELPOLİTİK AKIMININ DÜŞÜNÜRÜ

Kissinger çok iyi bir gözlemciydi ve realistti. Bu nedenle olan biteni herkesten daha iyi biliyordu. Bu arada Kissinger’in de........

© OdaTV


Get it on Google Play