Medeniyet gereği!
Beş yıllık bir aradan sonra yönetmen Yorgos Lanthimos’un beklenen ve tam on bir dalda aday gösterilen filmi, ülkemizde vizyona nihayet giriyor. Hem komedi, hem “En İyi Kadın Oyuncu” dalında, 2 Altın Küre ödülü aldığını da belirtelim.
Bir başyapıt değil ama farkındalık ve insanoğlu var olduğu andan itibaren yaşamı ve yaşamın içindeki tüm enstrümanları nasıl kullandığına dair bir yüzleşme niteliğinde denilebilir. Zaten Yorgos Lanthimos tüm filmlerinde kendisi ile birlikte izleyiciyi hep bir yukarıya çıkarma eğilimi vardır. Eğer o uçurtmasının kuyruğunu görebilirseniz, elbette. Buna bağlı olarak filmlerinde, her zaman başka bir boyuta çıkarsınız. Bu da tam olarak “ görülemeyeni ya da unutulanı hatırlatmaktır” denilebilir. Burada da sanatın farklı disiplin ve ustalarından yararlanmış. Resim, Müzik ve Antropoloji başta olmak üzere, tek tek açacağız.
Film güldürürken düşündürecek, erkekleri ezmek değil ama ataerkil bakış açısından, kanatları koparılan ve kendi boyundurukları altına almak isteyen zihniyetin vahşiliği, çok net biçimlenmiş olduğunu hissettirecek.
Poor Things / Zavallılar filminin içine, toplasan dört ya da beş kere ama nokta atışı yapacak yerde “Medeniyet adına” yapıldığı sözü kullanılarak belirtilen konuların temelinde, aslında filminde özü olan bir türlü gelişme gösteremeyen insanlığın, hazin durumunu irdelemektedir. İskoçya’nın önemli yazar ve sanatçılarından, Alasdair Gray’in hayal gücünün, özgünlüğü ile harmanlanması, dâhi Lanthimos’un gözünden ekrana öyle güzel taşınıyor ki.
Daha önce Oscar’a giden “Sarayın Gözdesi” filminde olduğu gibi (Emma Stone bu filmde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu olarak aday gösterilmişti) bu yapıtta da yine saray, burjuvazi kimlikleri arasında dönemsel olarak “ Viktorya Dönemini” kapsayan ama o dönemi, uzay çağı ile bağlarken; bir göz ile ki bu kez izleyicinin yorumuna göre; değişebilecek alt yapı içeriği ile beslenmiş olan; Tanrı, Yaratıcı ama en önemli yanı ile üçüncü gözümüz olan “sağduyu ve vicdan” üzerinden izlenilmesi tavsiye edilir gibi özü gereği. Daha doğrusu intihar etme noktasına gelerek, köprüden atlayan ve yaşamdan kaçan Bella (Emma Stone)’nın kurtuluşu, bilinçaltındaki kayıtlardan da sorgulatıyor.
Filmin en önemli özelliklerinden sayılabilecek olansa; dünya var olduğu andan itibaren ki bunu ilk olarak güzelliği ile nam salmış, ,İskenderiye Kütüphanesinin hocası olan babası gibi (Theon, Antik Yunan’da yaşamış; bilgin ve matematikçi-Öklid elementleri) İskenderiye Okulu’nun ekollerinden olan yeni Platonculuk anlayışının en önemli temsilcilerinden; ilk kadın astronom, matematikçi ve filozof olarak bilimi üzerinde öğretmen olan ve taşlanarak (derisi istiridye kabukları ile soyulmuştur) din cahilleri tarafından katledilen ve dünya tarihinin en büyük katliamına vize verilerek, kesinlikle tarihin akışını değiştirmiş (iyiye gelişimi ve dönüşümü için) ve başrol olan Hyptia ve İskenderiye Kütüphanesi (900 bin el yazması), aynı zamanda yayınevi olan gerçeklerdir. Çağ, kadınların cadı olarak nitelenmesine zemin hazırlayan sürece ön hazırlıklardır. Tabii filminde, kitabı temel alsa da gerçek “Medeniyetsizlik” üzerindeki ve burada ana rolü üstelenen kadını, yaşadığı toprakların yazgısı üzerinden anlatmayı unutmamış, Lanthimos. (Yunanistan,Atina)
İskenderiye kütüphanesinin dünya için kaybını ustaca kullanırken; Bella’nın saf halini, hiçbir şekilde suiistimal etmek istemeyen güzel yürekli müstakbel eş adayı Doktor Max Mc Candels’n (Ramy Youssef) ilk görüşte, “ Hiç bu kadar güzel geri zekâlı görmemiştim” deyişindeki, saflık ve sevginin gerçek güzelliği; bir kadın için doğru insanı bulmak ve görmekteki gerçeği sunmakta. Ve tam nişanlanacağı sırada evlilik sözleşmesi için gelen Avukat, Duncan Wedd (Mark Ruffalo)’in Bella’nın hayatına zorla girmesi, giriş nedeninin ise bir kadının salt güzelliği ve altında yatan düşüncenin sadece cinsel olarak faydalanma arzusu ile başlayan ve de kendini tam keşfetme noktasında olan Bella’nın, süreçte başka yerlerde kaybolmasın diye gemi yolculuğuna çıkaran avukat Duncan’a rağmen o sırada tanıştığı siyahî bir adamın sözlerinde, bağlar.
“Dünyayı değiştiremeyeceksin ama iyi olmaya bak!” der ve aşağıdaki yoksul, yanmış ve yok olmaya terk edilmiş insanları, lüks yolcu gemisinin güvertesinden izlettirir. Gösterilen lokasyon, aslında İskenderiye kütüphanesinden itibaren hâlâ göçmen sorunu nedeni ile yok edilen insanlık onurudur. Tamamen yoksulları düşünerek, parayı buraya teklifsiz veren Bella’nın saf hareketi, özündeki iyiliği/ şimdiye kadar dünyada, iyi niyet elçiliğine soyunan kadın figürleri temsil eder. Ve gemide Duncan’ın, Bella’nın her kitap okuduğunda, elinde okumakta olduğu kitabı, sadece kendisi ile ilgilenmesini isteyen erkek modeli üzerinden harmanlayarak; her bir kitabı denize atışında, Bella’ya etrafında bulunan kişiler tarafından yeniden bir kitap verilmesi, hem bahsetmiş olduğum gibi İskenderiye Kütüphanesi, hem de kadınların okuyarak gözünün açılmaması niyetidir. Erkek çünkü sadece kendine bağlı, kendine hizmet eden bir kadın profili ister.
Bella’nın dramı, Tanrı diye hitap ettiği Yaratıcısı yani Babası yerine bildiği Dr.Godwia(Willem Dafoe) ile büyümekte olan küçük bir kız çocuğu ama engelli hareketlerinden ki mimikler, göz kırpma ile gelişen ve bilhassa kendinden büyük erkeklerin kendisini, salt güzelliği ve sadece cinsel obje olarak değerlendirilmesi ve bunu da kendisine “medeniyet” bunu gerektirir altında tanımlamaları altından, bir yığın olay ile çocukluktan büyüklüğe ve tam bir kadın oluşuna kadar yönetmen sürdürür. Fimin bir nevi özü zaten kısıtlanmış ve kendini gerçekleştşremeyen........
© Muhalif
visit website