Kim insan kim hayvan evrimleşme ve devrimler
Yönetmen, Thomas Cailley’in kamerasından, esin kaynağı tam olarak Covid salgını mı oldu, bilinmez ama şimdiye kadar hem çekilmiş tüm zombi ve kan emen, bitmek tükenmeyen, Kont Drakula hikâyesini sonlandırarak, esasın kendini kaybetmiş olan insan varlığının özünden çıktığı ve kendisinden başkasına saygı duymadığı noktadan, bakmayı gösteren bir film vizyon ve arşivlerde yer almaya hazırlanıyor.
Cannes Film Festivalinin, “Belirli Bir Bakış Bölümününün- Açılış Filmi” olan, Hayvan Krallığı, 130 dakika içinde genel bir değerlendirme ve makrodan, mikroya uzanan kadrajdan; artık tüm insanlığın tükenme noktasına geldiği ve kendi kendini tüketerek, artık yalnızlaşmaya evrildiğini, tıpkı Joker filmi gibi sıkışık bir trafik karesi ve arabanın içinde, oğlunu gideceği yere bırakmaya çabalayan bir babanın ultimatonları, kuralcılığı, oto kontrol ve ben oldum, deyişi ile oğlunun yediği cipse kızıp, ben sistem insanı değilim, dedikten sonra yaktığı sigara ile örnekleme aşamalarını, yine aynı kare ile sonlandırıyor ama içerde neler oluyor neler…
Ortalama insan ömrünün bir göz açıp kapayacağı süre kadar neler yaptığının ve bitmez tükenmez işgalciliğin ve sürekli kendini üstün görmesinin yansıması, Hayvan Krallığı, adını taşıyan bu Fransız, Belçika ortak yapım filmde.
Yönetmen, Cailley evrimleşme sürecine değindiği ama genelde herkesin “ergenleşme” üzerine yorumladığı filme, sırf bu açıdan bakarsak bir hayli haksızlık yapmış olacağımız, aşikardır.
Hayvan Krallığı/ filmini esas olarak iki şekilde yorumlamamız gerekmektedir.
Birincisi:
Benimde hep aynı perspektiften baktığım şekilde yönetmende, Hayvan Krallığı filminde, insanlaşmanın, “Evrimleşme ve Devrimler” sürecini, sadece Ortaçağ ve Fransız İhtilalı üzerinden temellendirmiş.
Çağları aşan ama insan olabilmek kadar esas meselenin “insan kalabilmek” özeti, bu filmde adeta bir nakış gibi ince ince ve tek tek, cm cm işleniliyor. Ne kadarını anlatmaya çalışsak yetersiz kalacak ve bilhassa, Sinefil’lerin arşiv olarak saklayacakları bu başyapıt, ileride de canımız sıkılıp, şükran duygusunu yitirdiğimiz ve elimizdekinin kıymetinin kaybettiğimizde, izleme vaktimiz geldiğinde belki insan olduğumuzu yeniden sorgulatacak.
Evet, film içinde esas karakter, Emile-Paul Kircher (İkinci kısım ile birleştirdiğinizde, filmi daha iyi anlayabileceksiniz)’nin buluğ ya da ergen çağına geçiş yolculuğu sırasında bir insanlaşma ve insan yetiştirme çıplaklığı üzerinden şekillendiriliyor gibi gözükmekte. Baba figürünün (François-Romain Duris) ataerkil bir düzende, söz sahibi olarak kurduğu otorite karşılığında değişen karakter olarak oğlunun ve hormonsal durumların yansıması, evlilik müessesinde erkek tarafından kurulan baskının, anneyi nasıl uzaklaştırırken, Fransız devrimini yaşamış bir kadının hâlâ erkeğinin ayaklarına taktığı zincirler ile cinsel obje figürü olarak salt yatağa bağlı olarak yaşamsal sürecinin altının, mutasyona uğramış ve yatırıldığı hastaneden ormana kaçan annenin, fotoğraflar........
© Muhalif
visit website