Hız değil hırs
Ferrari’nin hızı, uzun zamandır alanında iyi bir çıkış yapmayı bekleyen, Penelope Cruz’a, yeşil ışık yakan ve hatta gelmiş geçmiş en önemli rolü hakkıyla kazandırıyor.
Kendisi gibi İspanyol ve aynı meslekten olan usta oyuncu, Javier Bardem ile on üç yıldır, mutlu bir evliliğe imza atıp, sektörün yıpranma ve yıpratılma payına rağmen birlikteliklerini, hâlâ en güzel şekilde devam ettiren çift, birlikte yaptıkları işlerde çok ses getiremeseler de, özellikle Penelope Cruz’un beklenen çıkışı, belki de diyebiliriz ki -Captain Corelli’s Mandolin(2001)-filminden sonra ve en iyi filmi; Ferrari’nin zor günleri ve onu eşi olarak zirveye taşıyan; her şeyi, sağ kolu eşi olan Laura ile ortaya çıkarıyor.
PENELOPE CRUZ’un YENİDEN DOĞUŞU
Usta bir oyunculuk performansı.
Siyahlar içinde yas halinde bir annenin, kilisenin merdivenlerinden yürüyüşü, kocasına yapılan baskılara rağmen üstelikte aldatıldığı halde koruyan, kollayan dimdik arkasında ki duruşu ile tüm gazetecileri, magazincileri elinin tersi ile itip, evinin kapısından içeri giren ve -Ferrari filminin- belki de en önemli sahnelerinden biri olan, kaybettiği oğlu ile her şeyini verdiği halde, Enzo Condotore Ferrari’ye yetemeyen, Lauro’nın eş yoksunluğundan, evlat yoksunluğuna diyaloksuz sadece gözleri ve onu alkışlayan gözyaşları ile anlattığı, muhteşem sahne.
Penelope Cruz, Ferrari, filmi ile yeniden doğuyor. Adam Driver’in, çok nitelikli şekilde; adeta bir, Fellini, bakışı ile kadraja girmesi, kocası evde yokken aynı zamanda Ferrari firmasının kasasını, sekreterliğini ve şimdinin deyimi ile CEO’su olmuş Laura’nın, İkinci Cihan Harbi, sonrası başlayan hikayesi, 1947 kuruluş ve on yıl sonrası olarak başlıyor.
1957 yılında nasıl bir Avrupa varmış, tamamı ile beyaz perdede. İtalyanca aksan, İtalya’nın muhteşem doğası ile yeniden biçimleniyor.
Filmin en önemli özelliği, tüm karakterlerin arkasında yer alan kadın figürlerin ne derece kadın olduğu kadar, nasıl erkeğinin arkasında durabildiğini sunmakta.
Ve bunu tıpkı bir orkestra şefi gibi Ferrari’nin muhteşem insan analizi üzerinden göstermekte. Ne var ki işinden başka bir şeyi olmayan, kendine acıdığı halde bunu bir türlü aşamayan bir dev patron.
Bilhassa İtalya, koyu Katoliklerde boşanmanın olmadığı ama buna rağmen hırslarına mağlup düşen, savaşın etkisi, oğlunu kaybetmiş olmanın baskısı altında ki etkenlerden dolayı belki, psikolojik olarak sığındığı ve gayri meşru çocuk yaptığı İngiliz kadının, yansımalarında ise sığınılan liman gibi gösterilse de, finale doğru, kadının hangisinin gerçekten adamı sevmiş olduğunun altını koyuca çizmekte.
Ve büyük........
© Muhalif
visit website