menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

DİNÎ İLİMLERDE BİR GELECEK TASAVVURU OLUŞTURULABİLİR Mİ?

20 0
02.01.2024

DİNÎ İLİMLERDE BİR GELECEK TASAVVURU OLUŞTURULABİLİR Mİ?

İslami kültürümüzü, sadece tekrar etmek, yüceltmek ve günümüze taşımak, çağdaş problemlerimizi çözmeye yetmemektedir. Zira geçmişten günümüze intikal eden İslamî kültür, büyük oranda “Epistemik Cemaat” kültürünü yansıtmaktadır. Bu durumun, günümüzde cemaatçi bir toplum modelini benimseyen Müslümanlar ile cemiyetçi bir toplum modelini benimseyen Müslümanlar arasında “Gelenekçi Müslüman” ve “Yenilikçi Müslüman” ayırımına sebep olduğu da bilinen bir olgudur. Nitekim cemaatçi toplum modelini benimseyen Müslümanlar, cemaat liderinin karizmatik kişiliğine ve otoritesine dayalı bir bilgiyi, İslâmî hayatı için gerekli ve bağlayıcı görürken; cemiyetçi toplum modelini benimseyen ve bu modeli savunan Müslümanlar, sadece Kur’an’î bilgiye dayalı ilke ve prensipleri İslâmî hayatı için gerekli ve bağlayıcı görmektedirler.

Böyle bir görünüm arz eden dinî anlayışlara dayalı dinî ilimler için bir gelecek tasavvuru mümkün olabilir mi ? sorusu, haklı olarak akla gelmektedir. Ancak iyi analiz edilip değerlendirildiğinde bu sorunların, iki ana kulvarda odaklandığı görülüyor. Bu ana kulvarlardan birisi gelenekçilik, diğeri ise geleneksizliktir. Gelenekçilik, “inançları daha çok geçmişten süregeldikleri için benimseyen, saygın tutan, destekleyen yeni kültür öğelerine daha az değer veren tutum veya öğreti”; geleneksizlik ise bir geleneğe sahip olmama demektir. Elbette ki dinin bir geleneği olacaktır, hatta olmalıdır. Zira gelenek, dinin ortaya koyduğu ilke ve kuralların, tarihi süreç içinde beşer tarafından yapılan yorumlarından oluşan bir birikimidir. Bu birikimde bizim için yararlı unsurlar ve öğretiler olduğu gibi olmayanları da mevcuttur. Çünkü geleneği oluşturan, yorumları yapanların da bizim gibi insan olduğunu, hata yapma ihtimallerinin bulunduğunu ve kendi zamanlarına ki sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarına göre yorumlarda bulunduklarını dikkate almak ve bu hususu asla gözden ırak tutmamak gerekiyor. Buradaki ana sorunun ise geleneği, gelenekçiliğe dönüştürme çabası ve ona ideolojik bir nitelik kazandırma anlayışı olduğu görülüyor.

Benzer şekilde geleneksizliğin de en az gelenekçilik kadar sorunlu olduğu anlaşılıyor. Çünkü geleneği olamayan bir dinin, müntesiplerine birlik adına vereceği bir şeyi olmadığı anlamına geliyor. Bu nedenle gelenek ile gelenekçiliği ve geleneksizliği bir birinden ayırt etmek gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir ayırımın yapılmayışı, dinî ilimlerde düşünce ve tavır sorunları oluşturuyor.

Zira bir tarafta gelenekçilik ile dinî yorumların mutlaklaştırıldığı ve yorumlardaki değişimin önüne set çekildiği; diğer tarafta ise dinî yorumlarda geleneksizliğe giden anlayışlara yol açıldığı, dolayısıyla da köksüzlüğe ve öksüzlüğe kapı aralandığı görülüyor. “Köksüzlüğün öksüzlük” olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu nedenle geleneğin tesirini ve yorum biçimini mutlaklaştırmak da, geleneği ve tarihsel formları aşıp dinî metinlerin ilk okunuş ve anlayış biçimini mutlaklaştırmak da ; bir bilgi objesi olan dinin yorumunu, bir inanç objesi olarak kabul etmek ve din gibi algılamak da ; dinî metinleri iç ve dış bağlamlarından kopararak çağdaş anlayışlara uygun gelecek tarzda yorumlamak da yorumun değeri ve anlama yöntemleri açından sorunlu bir görünüm arz ediyor.

Bunun için de, dinî düşünce alanında yüzyıllardır devam edip gelen ak-kara veya siyah-beyaz gibi kategorik, indirgemeci, tümevarımcı,........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play