Benim babam bir güz yaprağı…
“Şimdi böyle merdivenleri sarsa sarsa çıkıyorsun da ben seni yaşlanınca göreyim!” demişti annem gülerek.
Bu sözlerinde hem kocasının, erkeğinin gençliğine, güçlü kuvvetli oluşuna gönderme yapmıştı hem de adına gençlik denilen şeyin ne kadar geçici olduğunu hatırlatmıştı. Yüzünde gururla karışık bir gizli hüzün var gibiydi. Belki de bana öyle gelmişti.
O, dağ gibi adamın kendi kocası olmasından duyduğu gurur ve mutluluğu görmüştüm iki yana doğru, yarı örtük açılan dudaklarında…
Gerçekten de babamın çıktığı merdivenler her adımda ayaklarının altında eziliyor gibiydi. Beton kalıplar ve kenarındaki trabzan, babamın, o dev gibi güçlü ve heybetli babacığımın, ayakları altında son nefesini verdi, verecek gibiydi.
Dün gibi aklımda. Geniş, sakin bir sokak.
Evimiz yukarı, biraz da yokuş taraftan gelirken sağ kolunuzun üstünde kalırdı.
Tam köşedeki tek katlı, geniş pencereli ev.
Yaz günleri açık olan pencerelerden sakız beyazı tül perdeler dışarıya doğru nazlı bir gelin duvağı gibi salınırdı.
Babam, perdelerin dışarıya çıkmasına çok kızardı ama kavurucu sıcakta pencerelerden gelen cereyan, evi serinleten en önemli mekanizmaydı.
Çapraz pencerelerden uçuşan perdeler kirlenir, tozlanır ama annem hiç yorum yapmaz, ses etmezdi. Çıkarır yıkar, büyük bir teslimiyetle yeniden asardı.
Zaten her işini ibadetmişçesine........
© Milat
visit website