Sezai Karakoç’la Altı Saat
1970’li yıllarda kıymetli babamın Büyük Doğu, Mavera ve Sebil gibi dergilerle birlikte her sayısını eve getirdiği Diriliş Dergisi ile tanımıştım Sezai Karakoç’u. Onu okumak, benim için her zaman aramakla anlamak arasında çizilmiş bir yol gibiydi. Yahut bir kişinin damak tadını şekillendiren unutamadığı çocukluk günlerine dair baba ocağının yer sofrasındaki doyumsuz yemekler gibiydi. “Beni yalnız yarasalar tanıdı” dediği Hızırla Kırk Saat şiirini okuyarak onu anlamaya ve ondan “ben kötülere iyilik saçarım” sözünün inceliğini öğrenmeye çalıştım yıllarca. Belki de bu yüzden seksenli yılların sonunda bir İstanbul ziyaretinde yanıma birkaç arkadaş daha alıp Cağaloğlu’ndaki Diriliş Yayınları’nda onu ziyarete gitmiştim büyük bir heyecanla. Kapıyı üç kere tıklatıp içeri girdiğimizde yıllarca gözümüzde bir şiir dağına ve bir erdem devine dönen Sezai Karakoç’u tanımayarak “Sezai Karakoç’la görüşmek istiyoruz” demiştik. “Buyurun ben yardımcı olayım” dediğinde, biz onunla görüşmek istediğimizi söylemiş ve ardından kendisini tanıttığında o dev adamın yanında birer cüceye dönmüştük.
Yıllar yılları kovalarken fırsat buldukça özellikle aralık aylarında randevu alıp kısacık da olsa onu ziyaret etmeyi, her şeyden önce onunla dakikalarca sürse bile aynı ortamda bulunmanın hazzını yaşamayı kendime kâr saymıştım. Nihayet yayınevi Fındıkzade’ye taşındığında yine bir aralık ayında randevu almıştım. Sekreteryasına bakan arkadaşımızın samimi şekilde “akşam yemeğini de beraber yiyelim” daveti üzerine ıslak bir İstanbul akşamında, akşam namazını kılıp Aras Apartmanı’ndaki Diriliş Yayınlarına gitmiştim.
Sezai Karakoç kendisine ayrılmış mütevazi bir masada büyük bir tevazu ve vakarla........
© Maarifin Sesi
visit website