Necip Fazıl ve Hz. Musa
Telaşlı adımlarla İstiklal Caddesinde yol alıp Hüseyin Ağa Camii’nin avlusuna vardığında Abdülhakim Arvâsî ile göz göze gelen Necip Fazıl Kısakürek sanki Musa kesilmişti. Hani Musa peygamber iki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğini söylemiş ve nihayetinde yanındaki Yuşa ile balıklarını kaybettikleri o yerde Allah’ın kullarından bir kul ile karşılaşmıştı. Dıştan bakıldığında kendisi gibi bir kul, ama kendisine rahmet ve ledün ilmi verilmiş özel bir bilgiye sahip özge bir kuldu karşılaştığı kişi. O karşılaşmada neler oldu, neler konuşuldu bilinmez. Ama bilinen bir şey vardı; Musa Peygamber o kula hayran olmuşçasına ona talebe olmayı istemişti. Ona bağlanmış, yolunda yoldaş olmayı dilemişti.
Kendisinin haberdar olmadığı o özge kulun ilminden öğrenmek istemiş ve şöyle demişti: “Doğruya ulaştıran sana öğretilen ilimden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” O gün Hz. Musa, o kula öğretilen yani vehbî ilmi öğrenmek için dervişlerin demir leblebi yemek gibi zor dedikleri seyr u sülûka benzeyen bir yolculuğa talip olmuştu aslında. Çünkü irfan denilen bu ledün ilmi, yolda öğrenilirdi ancak yoğrularak. İlim sebat, irfan seyahat isterdi çünkü. Gel gör ki bu yolda talip olmak da yetmezdi bir başına. İşte bu yüzden “Sen benimle beraberliğe sabredemezsin” şeklinde uyarılmış, muradına ermek için iradesini sabitlemesi yani mürid olması istenmişti sanki.
Bunun üzerine Musa peygamber, çıktığı bu yol için iki konuda söz vermişti: Sabredecekti ve kendisini uyaran kişinin sözünden asla........
© Maarifin Sesi
visit website