Anadolu’nun Gülen Yüzü: Nasreddin Hoca
1.
Yazıdan çok söze önem vermiş bu yüzden sözlü geleneği çok zengin ve çeşitli olan bir milletiz. Halk arasında yaygın şekilde söylenilen deyimler, atasözleri, ninniler, masallar, ağıtlar…sözlü geleneğimizin en önemli ürünleridir. Zaman içerisinde bunlar yazıyla geçirilmiş olsalar bile kaynakları ve özellikleri itibariyle sözlü geleneğe aittirler ve bu özellikleriyle zihinlerimizde yaşamayla devam ediyorlar. Anonim rivayetlere dayalı olmalarına rağmen asla unutulmuyorlar. Zaman içinde zenginleşerek, kendilerini çoğaltarak varlıkları sürdürüyorlar.
İşte Nasreddin Hocamıza ait bugün adına “fıkra” dediğimiz, geçmişte ise “latife”, “nükte”, “menkıbe”, “hikâyet” olarak adlandırılan ürünler de sözel kültürümüzün en önemli zenginlikleridirler. Bu fıkraların bugün bizim için ne manaya geldiğini belirtmeden önce fıkraların sahibinden bahsetmek gerekir. Öyleyse söze “Nasreddin Hoca kimdir?” sorusuyla başlayalım. Çünkü Hoca, kişilik ve hayat özellikleriyle bilinmez ise fıkraları hakkında söz etmek doğru olmayacaktır.
2.
Elde bulunan kaynaklar, Nasreddin Hoca’nın 13. asırda, 1208 yılında Sivrihisar’ın Hortu Köyü’nde doğduğunu gösteriyor. Babası bu köyün imamı olan Hoca, ilk öğrenimini onun yanında yapmış, ardından kıtlık nedeniyle Sivrihisar’a göç etmişler, Hoca burada da medrese eğitimi almış, daha sonra devrin kültür merkezi durumundaki Konya’ya gitmiş ve tahsiline orada devam etmiştir.
Tahsil sonrası Sivrihisar’a dönen Hoca’nın hayatına daha sonra yeni bir şehir girer. Bu şehir, Akşehir’dir. Bu yüzden Sivrihisar’da çok kalmaz ve Akşehir’e yerleşir. Onu bu göçe sevk eden sebep ise Konya’da kendisinden ders aldığı Seyyid Mahmud Hayrani’dir. Hayrani, Akşehir’e göçmüş ve Nasreddin Hoca’yı da buraya davet etmiştir. İşte bu davet neticesinde buraya yerleşen Hoca’nın kalan hayatı vefatına kadar burada geçer ve 1284 yılında burada vefat eder ve Akşehir mezarlığına defnedilir.
Bu kısa tarihi malumatın içi, ayrıntıları ancak fıkralarla doldurulabilmektedir. Fıkralara göre Hoca, zaman olarak karışıklıkların, buhranların yaşandığı bir devirde hayat sürmüş biridir. Belli bir tahsil yapmıştır. Hocalık, imamlık, kadılık gibi görevlerde bulunmasına karşın seçkinler sınıfına değil halk sınıfına mensuptur. Çünkü devamlı olarak halkın içinde yaşar. Ayrıca geçimini temin maksadıyla o da her insan gibi bağa, bahçeye gitmiş, çiftçilik yapmış, pazarcılıkla uğraşmıştır.
Yaşadığı yerler olarak fıkralarda daha çok Sivrihisar, Akşehir ve Konya isimleri geçer. Bu da Hoca’nın Orta Anadolu’da yaşadığı gerçeğinin fıkra diliyle tescil edilmesi demektir. Medeni durumuna gelince; iki kez evlenmiş, bu evliliklerinden çocukları olmuş ve soyu hep devam etmiştir. Nitekim İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey Çelebi’nin Hoca’nın torunlarından olduğu konusunda pek çok kaynakta bilgi bulunmaktadır. Yine kızlarının mezar taşları bulunmuştur. Bütün bunlar Hoca’nın tarihî bir kişilik olduğu konusundaki tartışmalara da önemli bir cevap olmuştur.
3.
Fakat Hoca’yı önemli kılan bütün bunlar değildir elbette… Bu bilgiler onun hakkında zihnimizde somut bir malumat oluşsun içindir. Onu önemli kılan kişiliği, fikirleri, hayat tarzı, insan ilişkileri ve bunların yansıtıcısı olan fıkralarıdır. Öncelikle bugün sayıları binleri bulan fıkraların tümü ona mı aittir? Önce bu soruyla başlayalım. Elbette yetmiş altı yıl ömür sürmüş birinin bu kadar fıkra anlatması söz konusu olamaz. Öyleyse bu çokluk ne ile ilgilidir? sorusunun cevabını da şöyle verebiliriz: Hoca, Anadolu fıkra kültürünün sembol ismine........
© Maarifin Sesi
visit website