Varlık ve Oluş
İnsan kerim varlıktır ve İlâhî bir cevhere sahiptir. Âlemdeki varlıkların tamamından üstün bir şeref hazinesidir. Hazreti Sübhan’ın aziz kılıp halife makamında yeryüzü seyrine çıkmış bir vazifelidir. Rabbini bilen, ilim ve hikmet ikram edilen, düşünüp ibret alan hakikat yolcusudur. Akıl ve irade sahibi olmasından dolayı, kıldan ince kılıçtan keskin bir hat üzerinde iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru yanlış ayırımını yapan bir tercih sahibidir. Dünyanın bir imtihan meydanı oluşu da bundandır.
Yaradılışın hikmetinden haberdar, güzel ahlâklı ve yüksek karakterli olduğunda, ilim ve amel ayrılmazlığına tâbi olarak kemâl ve cemâl nasibine yola çıkabilen insan, bir sırr-ı Hak’tır.
İnsan, yaradılış gayesine uygun olarak yaşamakla mükellef olduğunun şuuru içinde, aşkla yanan, her daim anan, marifetle kanan bir Hak aynasıdır.
İnsanı tanımak, insan olmayı gerektirdiği için Hak Teâlâya vuslat yolunun en başıdır.
İnsan, farkında olmayıp cehalet karanlıklarında kıvranma sefaletine müptelâ olma keyfîliğine yönelmeyi tercih etmişse şayet; her hâline rağmen, güzel söz ve ahlâkın azameti ile tebliğe müheyyadır.
Topraktan yaratılan ilk insan ve cedd-i pâkimiz Hazreti Âdem Aleyhisselâm, vahye muhtap bir peygamberdir.
Vahiy ve peygamber, nübüvvet mektebinin mutlak terbiye edicisidir. Daha yaratılıştan itibaren terbiyeye müstehak bir varlık olan insanın; eşyanın hakikatini düşünüp idrak etmek, muhabbetullah ve marifetullah saltanatında safâ sürmek, samimiyet ve gayretle sebepler âleminin hükmünce amel etmek ve nihayet ebedî yurda selâmetle hicret etmek gibi meselesi vardır.
Yeryüzünü inşâ ederek medeniyetler filizlendirip yeşerten insan, yüz yirmi dört bin haslardan has mürebbînin uyarıcılığı ile on binlerle yılı kat etmiştir. Bazısı sapıp kaybetse de hep hakikat mürebbîlerine tâbi olma saadetine erenleri var olmuş ve bu nazlılar küre-i arzda Nâm-ı Cemîl’i yaymak için çabalamıştır.
İnsanın fânî ve bâkî hayatının künhüne vâkıf olmak evvel emirde yaratılış sırrının serlevhası olan fıtratın anlaşılmasını icap ettirmektedir.
Fıtrat, varlığın başlangıcı, ezeldeki ahitle ebediyete yürüme iradesi, iç huzurunun ve mutluluğun temin edilme kapasitesi ve insanın mâyesine katılmış bir kabiliyettir.
Fıtrat, insana yaratılışta ihsan edilmiş imkânlar bütünüdür. Her insana verilmiş bir özdür, cevherdir. İlk yaratılış ânında Hazreti Hâlık-ı Zülcelâlin insan tabiatına sırladığı Yaradanı tanıma eğilimi ve ruh temizliği gibi fevkalâde hayatî yatkınlıktır.
İnsana bahşedilmiş fıtratta; akıl, tevhidi kabul etme kabiliyeti, sevgi, çalışıp üretme gücü, hayrı kabullenme, şerden kaçınma, güzele rağbet, hakikat peşinde koşma, doğru ve yanlışı ayırma, güzele meyil, çirkinden yüz çevirme temel unsurlardır.
Fıtrat, iman-küfür, tanıma-reddetme, hidayet-dalâlet gibi anlamlar taşımaz. Çünkü dünyaya gelen bir insan, geldiği sırada ne imanı ne de küfrü kavrayabilir. Bu noktada fıtrat, yaratılış, tabiat ve mizaç bakımından temizlik ve sağlık işaretidir.
İnsan, iman ve küfrü seçecek yaşa geldikten sonra akıl ve iradesini dış tesirlerin de etkisine uygun olarak imanı veya küfrü seçer. Böyle olduğu içindir ki sorumluluk söz konusu olmaktadır. İnsan, daha........
© Maarifin Sesi
visit website