Erbilli Es’ad Efendi’nin Halifelerinden Yozgat Müftüsü Mehmed Hulusi Efendi
TASAVVUF TARİHİ ARAŞTIRMALARINA BİR DERKENAR:
Güzel insanlar, haslardan has güzideler geldi geçti bu ülkeden. evlâtları için yaşadılar, silinmez iz bıraktılar, tarih yazdılar, mülke değer kattılar. Hele de seferberlik yıllarını kuşatmış olanları bir başka mehabetlidir.
“Derviş Gaziler, Gazi Alperenler, Sarıklı Mücahitler, Kurtuluşun ve Kuruluşun Manevî Mimarları…” gibi hangi sıfatlarla yâd edilirlerse edilsinler o İnsan-ı Kâmiller, bir devre mühürlerini bastılar; irfan ufuklarını kuşatmakla kalmadılar, ruh hamurkârı kâmetler olarak gönüllerde taht kurdular.
Sadece iki misâl bile herhalde maksadı bütün yönleriyle şerh etmeye kâfidir:
İngiliz Intelicens Servisi’nden Haron Armstrong, bu mevzuda şu itirafta bulunur: “Bizler Türk din adamlarının bu mevzularda faal rol oynayacaklarını asla tahmin etmiyorduk. Araştırmalarımız, Türk mukavemet menbalarının meydana çıkarılması yolunda müsbet bir netice vermeyince ısrarlı ihbarları değerlendirerek tekkeler, mescitler, camiler gibi dini müesseseler üzerinde yoğunlaşarak din adamlarını takip ve kontrole başladık. Elde ettiğimiz malûmat ve hakikatler bizleri hayrete düşürdü. Bunlar münhasıran telkinlerle ve maneviyatı yükseltmekle iktifa etmemişler, fiilî olarak direniş teşkilâtları içinde bizzat vazife almışlardı. Halk üzerinde tesirleri fevkalâde olduğundan üzerlerine aldıkları vazifeleri muvaffakiyetle ifa etmişlerdi.” (Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Ankara 1973, s. 280.)
Mustafa Kemâl Paşa ise, bu büyük hizmete karşı takdirlerini şu sözlerle ifade eder: “Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaizlerinin medrese hocalarının, tekke mensuplarının Millî Mücadele’deki hizmetlerini şükranla yâd etmeyi bir vazife bilirim. Bunlar dini mefkûreler şevki ile Millî Mücadele’nin muvaffakiyetine cân u gönülden çalışmışlardır. Bu çetin yılların hatıraları anlatmakla bitmez. Millî Mücadele yıllarında vatana hizmet eden din adamlarını ölmüşlerse rahmetle, yaşıyorlarsa minnetle anarım.”(Sami Ateş, Atatürk Anadolu’ya Geçince, Ankara 1991, s. 142; Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamları, II, İstanbul 1999, s. 246.)
Bu ifadelerin şerhi bâbında ifade edecek olursak, büyük bir hayatın sahibi olarak o yılları kuşatan ulemadan Yozgat Müftüsü Şeyh Mehmed Hulusi (Akyol) Efendi dikkat çekiyor:
Mehmed Hulusi Efendi, aile köklerinin Kafkas dağlarının irfan güneşi Şeyh Şamil Hazretlerine dayandığı rivayet edilen ve Kafkasya’nın Gümrü Vilâyeti’nden 17-18 yaşlarında önce Alaca’ya oradan da Yozgat’a gelip yerleşen Hacı Bekir Ağa’nın oğludur.
Hacı Bekir bin İshak Ağa, Kepirce Köyü’nden arazi aldığı için münasebeti kuvvetli olduğu bu köyden Mevlûde Hanım’la evlenir. Hulusi Efendi, 1888’de Yozgat’ta dünyaya gelir. Diğer kardeşleri Hacı Mustafa Efendi ve Hacı Şevket Efendi’dir. Mustafa Efendi, yirmi yaşına değmeden henüz bekârken gittiği Hacda vefat eder. Yozgat Halvetî-Şabanî Tekkesi Şeyhi Hacı Ahmed-i Velî’ye müntesip olan Mustafa Efendi’nin vefatını, Büyük Şeyh Efendi, dergâhtaki bir erkânın ardından yaptığı sohbet sırasında haber verir. Hacılar dönünce vaziyeti haber verirler. Hacı Bekir Ağa, bilâhire Mecidiye yani Çiçekdağ Jandarma Başçavuşu iken emekli olur. Yozgat’ın Eskipazar Mahallesi’nde bulunan Tahta Camii Haziresi’nde medfundur.
Mehmet Hulusi Efendi, Kurşunlu/Demirli Medrese’de başladığı tahsilinin Yozgat safahatını 1904’de Yozgat İdadî-i Mülkiyesi’nden pekiyi derece ile mezun olarak ikmâl eder.
Mehmed Hulusi Efendi, Demirli Medrese’de iken, Şeyhu’l-ulemâ Dedikhasanlı Şâkir Efendi hazretlerinden ders okuyarak ilim nasibini arttırmaya çalışır. Şâkir Efendi Âlem-i Cemâle yürüyene kadar bu münasebet sürer.
Yozgat’ta çıktığı ilim yolculuğunu Kayseri’ye giderek orada sürdürür ve meşhur alimlerden Hamurculu Osman Hilmi Efendi’den (d. 1860 v. 1912) ciddi bir tahsilden sonra icazet alır. İcazetini aldıktan sonra İstanbul’a giden Mehmet Hulusi Efendi, 1912’deki “üç yüz” kişinin katıldığı “Ruus İmtihanı”nı on altıncı sırada kazanır. Hatta o sene imtihana meşhur alimlerden Ahmed Hamdi Akseki de girer, fakat kazanamaz. Mehmed Hulusi Efendi, imtihandan sonra “Dersiâm” ünvanını alır ve kaydı hayat şartıyla maaş bağlanır.
Genç yaşta İstanbul’da Ruus İmtihanı’nı kazanarak Bayezid Dersiâmı sıfatıyla üç sene kadar Bayezid Cami-i Şerifi Müderrisliği yapan Mehmed Hulusi Efendi, her hâl ve etvarıyla kısa sürede çevresinin dikkatini üzerine çeker. Kendinden yaşça büyük ulema-i kiramın ve talebe-i ulûmun hürmetini kazanır. İstanbul’un ilim ve irfan muhitlerinde şöhreti yayılır.
Mehmed Hulusi Efendi ile beraber Bayezid Dersiâmı olarak vazife yapan ulema arasında ehl-i tarîk hocaefendi çoktur. Bunlar arasında bilhassa Nakşî-Hâlidî pîrânından Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin hulefasından Mehmed Rüşdü Efendi ile münasebeti ve dostluğu hayli ilerler.
Kâmil bir zat olan Mehmed Rüşdü Efendi (Kimyager Fuat Çamdibi’nin babası), Mehmed Hulusi Efendi’ye Kelâmî Dergâhı’na bir kerre olsa gitmeyi teklif eder. İntisap etmesinin gerekmediğini, sohbeti dinlemesini, vaziyete bakmasını, eğer mümkün olursa Es’ad Efendi ile bir görüşmesini söyler. Mehmed Hulusi Efendi de teklifi kabul eder. Zaten Es’ad Efendi hakkında çok şeyler duşmuş, o zatın fazlına ve kemâline dair pek çok kişiden takdir dolu sözler işitmiştir. Nihayet arkadaşıyla beraber, intisap etmeme niyeti ile kararlaştırdıkları bir günde dergâha giderler.
Es’ad Efendi, Cuma günleri belli saatte sadece müderrislerle bir araya gelmektedir. Ziyaretleri o güne ve saate denk getirilir. Mehmed Rüşdü Efendi ve Mehmed Hulusi Efendi, sohbet mahalline vasıl olup münasip bir yere otururlar. Şeyh Efendi’nin pür-muhabbet sohbetini dinlerler. Sohbet biter. Es’ad Efendi, Rüşdü Efendi ve Hulusi Efendi’ye hoş geldiniz dedikten sonra: “Hulusi Efendi, Tarikat-ı Aliyye’ye intisap etmeye mi geldiniz.” diye mukabelede bulunur.
Hulusi Efendi, bu zuhurat karşısında irkilir ve: “Evet Efendim.” deyiverir. Es’ad Efendi ile kalkıp odasına geçerler. Baş başa görüşürler. Ders tarifini alır. Hatta seneler sonra bu hatırasını: “İntisap etmeme niyetiyle gittim. Büyüklerin himmeti ile hiçbir şey diyemeden intisap ediverdim, Elhamdülillah.” diyerek anlatır. Tarikat-ı Aliyye müntesibi olarak yola giren Mehmed Hulusi Efendi manevî vazifelerini yapar. Kısa sürede kemâl mertebelerinde hayli mesafe kat eder.
Mehmed Hulusi Efendi’nin İstanbul günleri böylece geçerken, ayın sonunda bir Cuma günü maaşını alır. Cuma Namazı için hazırlık yapmak için parasını masasının çekmecesine koyar. Gidip abdestini alır. Camiye çıkacakken çekmeceden parasını almak için çekmeceyi açtığında parayı yerinde bulamaz. Perişan olur garibim. Paranın bir miktarını Yozgat’a gönderdiği için hayli üzülür. Kimselere bir şey diyemez. Cuma Namazı’na gidip geldikten sonra ehl-i sirkate haddini bildirmek için “Kahriye” okumaya başlar. Epey bir devam eder. Olacak ya, tam o sırada yanına yolda da yaşta da büyüğü Mehmed Rüşdü Efendi gelir. Selâm ve hâl hatır faslından sonra: “Sen ne okuyorsun böyle.” diye sorar. Hulusi Efendi de başına gelenleri anlatarak “Kahriye” okuduğunu söyler. Mehmed Rüşdü Efendi: “Bugün Cuma. Şeyh Efendi’yi ziyaret günümüz. Beraber gidelim. Sana mutlaka bir şey söyler.” diyerek onu teskin eder. Birlikte hazırlanıp yola çıkarlar. Kelâmî Dergâhı’na varırlar. Şeyh Efendi’nin elini öpüp boş bir yere........
© Maarifin Sesi
visit website