‘Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş, bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş’
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Suphi Kaner, Bumin Gaffar Çıtanak ve Öztürk Serengil isimlerindeki üç güzel serserinin kafayı bulduklarında keşişe borçlarını ödedikleri harabe ile Pesen Film arasında altmış sekiz adımlık bir Yeşilçam Sokağı vardı. Aslında Yeşilçam Sokağı yüz yetmiş adım kadardır da, cümle antin kuntin işler o altmış sekiz adımlık mahalde cereyan ettiğinden, pazar filesini şimdilik oradan dolduracağım.
***
Madam Atina’ya sermaye bulmak için bütün gün altmış sekiz adımlık mesafede altmış sekiz bin adım atan Stavro’yu mu, saftirik çıtırların bedenlerinin pembemsi şavkını ucuz otel odalarında satan Zurnik’i mi, bileği bükülmez Bahriyeli Ahmet’i mi, yüksek topuklu pabuçlarıyla lodosa tutulmuşcasına kırıtan yeşil gözlü Rum dilberi Niça’ya vurgun taka Hayati’yi mi, yoksa sadece Lüks Nermin’in Zambak Sokak’taki aynalı odalarında film çevirebilen “artiz” kızların kek pişirmelerini mi ararsınız, hepsi Yeşilçam Sokağı’ndaydılar. Bumin Gaffar Çıtanak da kimdir demeyin, bildiğiniz Fikret Hakan merhum, Zurnik ise helâ müstahdemi Berç Persahyan’ın meşhûrluğudur. Kabadayı meşrep Taka Hayati’nin Yeşilçam filmlerine Hayati Hamzaoğlu ismiyle yazılması beni de şaşırtmıştır, Lüks Nermin de diplomatik fuhuşun mucidi Şaziye Zeren’dir, onun cerâim kaydındaki büyük başların isimlerini dökmeye kalksam, buradan Ankara’ya yol olur.
***
Parasız sabahlara Bumin Gaffar Çıtanak’ın ve Öztürk Serengil’in aylak neşeleri sızarken, Suphi Kaner’in hep Koço Kokinos’tan elbiselerin ve Altın Çizme’den kunduraların rüyâsına dalması elbette asıl sinema tarihçilerinin meselesidir. Onun bir ara hepsine kavuştuğu da doğrudur, ama ben size paranın Suphi’yi şıppadak Çamaşırcı Nâzime’nin yetimine yabancılaştırdığını söyleyebilirim. İsim yapmanın bir gece kelebeğinin ömrü kadar kısa olduğunu anladığındaysa, bakışsız şaşkınlığıyla rakı şişelerinin içine düşmüştür. Koço Kokinos pantolonlarının dizleri erir, Altın Çizme’nin vitrininden indirttiği kunduraların tabanları delinir. Dayanamaz, yeşil akrepler beynini kemirirken, Yeşilçam’da kaybettiği çocukluğunu bulmak için arkadaşı Afif Yesari’nin “Bahariye Caddesi, No. 181” adresindeki ahşabında üç kutu Nembutal alıp uykuya yatar: Hayır, Kadıköyü’ndeki Bahariye’de değil, Kasımpaşa’daki Bahariye Caddesi’ndeydi Suphi Kaner’in ömrünü bir türlü yakasına dikemediği ahşap.
***
Yıllar bir bir devrilip de sıra ‘57’lilerin acılarına geldiğinde, yirmili yaşlarındaki bir kızcağız gazete sayfalarına “toplum düşmanı” olarak çıkar. Yanılmıyorsunuz, Suphi Kaner merhumun ikizlerinden Aşkın’dır o kız, ancak ben nedense onu Suphi Kaner’in toprağa bıraktığı ismine ve kimliğine dönüşü olarak hissetmiştim; sanki hepimizden intikam almak için iki yüz yirmi eylemde doksan beş cinayet işlemiş, yirmi iki kişiyi yaralamış, elli yedi soygun yapmış ve doksan beş bomba patlatmış bir örgütün militanı olarak yeniden aramıza gelmişti Suphi Kaner.
***
Peki, Yeşilçam Sokağı’nın diğer iki güzel serserisine ne diyeceğiz? Öztürk Serengil sadece öğretmen çocuğuna Moğol bıyığı takılmış bir muzip olmadı, sinema salonlarından sokaklara “Yeşşeee!”, “Abidik gubidik”, “Şepkem”, “Temem bilekis” ve “Bittabi” gibi uydurmalardan mürekkep Öztürk Serengil edebiyatını çıkardı, hiç şüpheniz olmasın, ‘60’lı yıllarda onun ağzından çıkan bütün lûgat paralamaları İstanbul argosuna girdi. ‘63 yılının “Adanalı Tayfur” filminde, hacı ağa, Şıngırdak Melahat’a vurgun, kısa boylu ve kel kafalı Vahi Öz’ün paracıklarıyla pavyonlarda “Horozuna gıravat taktığımın adamı!” sinyaliyle maraza çıkartan Öztürk Serengil’i unutmak ne mümkün! Bumin Gaffar Çıtanak’a gelirsek, işte üç güzel serseriden bir o anadan doğma edebiyatçıydı, aklınızın bir köşesine not alın, onun Bumin Gaffar Güney imzasıyla ‘53........
© Karar
visit website