Ateş okları...
Her iki dini bayramın da doğası yokluk ve yoksulluk üzerine dayanır. İki insan arasından dünya çekildikçe yokluğun adaleti belirir. Dünyanın adaletsizliğe boğulmuş gidişine sadece bir karşı koyuş değil ona bir yaşama şevki önerisinde bulunmaktır. Ramazan ayı boyunca en varlıklı olan kişi bile malın ve bedenin saldırısından beri durup arınma yoluna koyulur. Yokluğu ve yoksulluğu estetize etmek kadar bir yaşama oranı teklifinde bulunmaktır . Hem kendi içinde kendiliği aramak hem de başkası adına fedakarlığa ( diğerkamlık) koyulmak esastır bu ayda. Kurban bayramı ise gerekçesindeki sertlik kadar imgesi, mitolojisindeki bağlam kadar insan ile diğer canlılar arasındaki ontolojik eşitliği aramaktaki cüretiyle başlı başına meseledir. İnsan denilen varlık diğer canlıların sembolik vasfını oldukça çetin ve çizgileri hayli incelmiş duyarlıkların rehberliğinde nazikçe devralır. Yokluk çizgisini ‘kurban olmak’ gibi bambaşka bir uygulamanın narin rehberliğinde içselleştiren inançlı kişi, yakınlık metaforuyla bu kez yoksulluğun en felsefi kıyısına gider gelir.
Denilebilir ki inanç sistemleri kadar inanç idealleri yaşama pratiği ile neşe ve neşveye bürünür. İslam toplumlarının yazık ki geleceğe umut taşıyamayan neşesiz ve neşvesiz yaşama pratiği, geçmişe atıf yapmak ve yer yer anakronizme bağlanmak zorundadır. Geçmişin şehir ve taşra dengesi........
© Karar
visit website