Çağdaşlaşmayla İslamcılık arasında sıkışma
Çağdaşlaşma yönünden insanlığın yaklaşık 1650 yıllık tarihini üç kategoriye ayırıyorum:
a) Her şeyde son sözü Batı’da Kilise’nin, bizde ulemasın söylediği geleneksel-muhafazakâr dönem;
b) Buna reaksiyon olarak, dinin kilise / mabed ve ev dışında görünürlüğünü reddetmeye varan radikal modernist-seküler dönem;
c) Avrupa’da ve ülkemizde 20. yüzyılın ortalarında başladığı kabul edilen “din ile birlikte çağdaşlaşma” yönünde gelişen ve 2000’lerin başında görünür olan eklektik dönem.
İlk dönem Batı’da Hıristiyanlığın Roma’da resmî din olarak kabul edildiği 4. yüzyılın ikinci yarısında başladı ve 15. yüzyıla kadar tavizsiz devam etti.
İkinci dönem Batı’da 15. yüzyılda başladı. Bizde ondan takriben üç yüzyıl sonra başlayan çağdaşlaşma (önce “icâb-ı asra intibak”, sonra “garplılaşma”) daha yumuşaktı. Bu dönemde çağdaşlaşma 1920’lere kadar aydınlar seviyesinde kaldı; fazla bir toplumsal başarı sağlanamadı. Bunun da nedeni, özetle, eğitim ve öğretimin genellikle mektep-medreselerde klasik ulemanın, tekkelerde tarikat mensuplarının elinde olmasıydı. Bu çarklardan geçen insanların çağı ve çağdaşlaşmayı kavramaları imkânsızdı.
Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılında modernleşme ve laikliğe geçiş, önceki dönemin aksine, çok sert oldu; o da geleneksel zihinde yetişmiş geniş halk kitlelerinde karşıtlık doğurdu. Hala yaşanan zihniyet ayrışması ve ondan beslenen siyaset kavgaları bunun sonucudur. Cumhuriyet’ten yüz yıl sonra bile yapılan “Ulu Önder”-“Ulu Hakan” karşı(t)laştırması, “Hilafet” gösterileri ve “Atatürk’ün........© Karar
visit website