Muhalefet üçlüsünün Paris'te ilk sabahı
Ekrem İmamoğlu olmak…
Önce Tom Cruise’la ilgili çok bilinen bir anekdotu tekrar anlatmak istiyorum. Will Smith her söyleşisinde bunu tekrar ediyor. İlk şöhrete ulaşmaya başladığında onun da hedefi Tom Cruise kadar büyük bir yıldız olmaktı. Baktı ki Tom Cruise bir film yaptığında sonuna kadar tanıtıyor, aynısını yaptı. Hayranları imza istediğinde kim ne derse desin reddetmiyor, asla eli ağrımıyor mesela. Kim isterse onunla fotoğraf çektiriyor. O da aynısını yapmayı öğrendi.
Tom Cruise bir de onunla her konuşana en yakın arkadaşı gibi davranıyor. Tıpkı Bill Clinton gibi. Bu sonuncusunun nasıl olduğunu Michael Caine anılarında aktarıyor: Cruise’un yanında sürekli bir adam dolaşıyor, kiminle karşılaşırsa karşılaşsın kulağına “Bu şu şu…” diye bilgi veriyor. Tom Cruise da tıpkı politikacıların yaptığı gibi aslında hiç hatırlamadığı o insanın sadece hatırını sormuyor, çocuklar nasıl, ne yapıyor diye sanki gerçekten ilgileniyormuş gibi davranıyor.
Will Smith dört saat imza verdikten sonra perişan halde olduğunu, bütün enerjisinin tükendiğini ekliyor ama. Sonra Tom Cruise’a bakıyor; o devam ediyor ve duracak gibi gözükmüyor. Hikayenin sonunu biliyoruz: Will Smith de bir ara büyük star’dı, ama Tom Cruise hala büyük star.
İKİ ADAYIN FARKLI YAKLAŞIMI
Dün Türkiye-Çin arasındaki kadınlar voleybol maçını izlemek için Paris Arena Sud’de sıra beklerken Ekrem İmamoğlu’yla tesadüfen karşılaştığımda doğal olarak aklıma Tom Cruise geldi. İtiraf edeyim, ilk anda ben de Özgür Özel’i fark etmedim. Çünkü İmamoğlu’na bakmak güneşe bakmak gibi, o kadar çok parlıyor ki etrafındaki başka ne varsa görünmez oluveriyor. Yanında kim olursa olsun karanlıkta kalmaya mahkum.
Göremediğim bir başka kişi Mansur Yavaş’tı. Ama yanlarında değildi. Hangi arada girdi, koltuğuna oturdu bilmiyorum. Maç bitiminde yakından sevincine tanıklık ettim. Ama düdüğün çalınmasıyla Mansur Yavaş’ın sevinip salondan hızla ayrılması arasında belki en fazla 30 saniye geçmişti. Coşkuya katıldı ama sonra hiç çaktırmadan, kendi kendine oturduğu yerden kalktı ve boş koridora salondan çıkmak için yöneldi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı tek başına salondan yürürken, “adamları” arkasından koşturuyordu. O beş-altı kişiden biri de benim biletli koltuğumda oturan ve salona bilet bile okutmadan “Türk işi” girdiğiyle övünen kişiymiş meğer.
Yavaş’ın bu mesafeli hali soğuk biri olduğu anlamına gelmemeli. Bana sık sık korumalarını atlatıp tek başına dolaşmaya çıkan Erdal İnönü’yü andırdı. Siyaseti sadece görev adamlığı olarak yapıyor, işin şov kısmından ve zorunluluklarından sıkılıyor. Ona da illa bir Hollywood benzetmesi yapacaksam çok nadir söyleşi veren, verdiği söyleşilerde de ağzından kerpetenle laf alınan Robert De Niro diyebilirim.
Ekrem İmamoğlu ise hem saçtığı ışıkla hem de ilgiden bunalmamasıyla tabii ki Tom Cruise. Salonda ona ilgi büyüktü; Türkiye maçı kazandığı için bir anlamda devletin gayrı resmi temsilcisi de o gibiydi. Hemen herkes ona lider muamelesi yapıyordu. O da herkesle teker teker fotoğraf çektiriyor,........
© Habertürk
visit website